BİR ALİMİN VEFATI

  • Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
  • Prof. Dr. Muhittin AKGÜL
    22 Eki 2024 13:08
    İnsan fani bir varlıktır; yeryüzünde ebedi olarak yaşamış hiç kimse yoktur. Bu, Yüce Yaratıcı’nın bütün canlılara çizdiği kaderin kaçınılmaz bir gerçeğidir ve değişmez bir hükmüdür. Bu ilahi kaderin ötesine geçmek mümkün olmamıştır ve olmayacaktır. Ancak Allah’a ve ahiret inancına sahip olanlar için ölüm, bir son değil; aslında, bir kavuşma ve vuslat yolculuğudur. Sevdiklerimizle, yakınlarımızla, tarihte hayranlıkla andığımız hakikat erleriyle ve en nihayetinde bizi Yaratan Sevgili ile buluşmaya bir adım daha yaklaşmaktır.

    İnsanlık tarihi boyunca nice peygamberler ve onların izinden yürüyen alimler, toplumlarına ışık olmuşlardır. Nasıl ki geçmişte bu hakikat taşıyıcılarına karşı koyan, onları reddeden düşmanlar olmuşsa, bugün de bu yüce şahsiyetlerin takipçileri olan hakikat aşığı alimlere karşı da nefret besleyenler, muhalifler ve düşmanlar olacaktır. Çünkü hakikat, her dönemde muhalefetle karşılaşır; fakat bu hakikatin ışığını söndürmek mümkün değildir. Esas olan, bu büyük şahsiyetlerin karşısındaki düşmanlıklar değil, onların insanlığa kattıkları değerler, verdikleri mesajlar ve çağlarına kattıkları renklerdir. Gerçek kadirşinas takipçiler, bu ilahi mesajı dünyanın dört bir yanına taşımaya devam edecektir.

    Hocaefendi de çağımıza barışı, insanlığı, diyaloğu, sevgiyi ve paylaşmayı mayalayan bir şahsiyettir. O, hayatının en erken yaşlarından itibaren topluma rehberlik etmiş, maddi ve manevi her türlü şahsi beklentisini milletine, ümmete ve insanlığa adamıştır. Cehalet, ayrılık ve fakirlik gibi günümüzün ortak düşmanlarına karşı “müspet hareket” ilkesini benimseyerek, yaşantısıyla bu ilkeyi somut bir şekilde ortaya koymuştur. Şeffaf, mütevazı ve istiğna içinde bir hayat süren Hocaefendi, halkın gözü önünde, münzevi bir hayat tarzını benimseyerek, insanlığa örnek olmuştur.

    Dünya ve dünyalık adına onun bir tek dikili taşı olmadı. Bütün hayatını milletine ve insanlığa adadı. Konuştu, yazdı, yetiştirdi, milyonlarca seveni oldu ve tıpkı kendinden önceki alimler gibi azımsanmayacak kadar da düşmanı oldu. Bu karşıtların düşmanlıklarının en büyük sebeplerinden bazıları siyasi sebeplerden, bazıları dinden ve dini değerlerden nefretten, diğerleri de onu ve yaptıklarını tam olarak anlayamamaktan, tanıyamamaktan, bazıları da vesile olduğu devasa projeler ve yetiştirdiği Hizmet gönüllülerinin donanım ve birikimini kıskanmaktan kaynaklanmaktaydı.

    O gerçek bir alimdi ama sadece bilgi yüklü ve tüm özelliği onu aktarmaktan ibaret bir alim değil, bilakis söz konusu donanımı, müspet manada insan hayatına yansıtan   aksiyoner bir alimdi. Yazdıklarıyla yaşadıkları, yaşadıklarıyla anlattıkları arasında mükemmel bir ahenk ve uyum vardı. Tesirli olmasında, söylemini bütün dünyaya etkili bir şekilde yaymasında ve çağa bir ışık olmasında, şüphesiz ki söylem ve eylem birlikteliğinin büyük bir rolü vardır.

    Yaşadığı dönem, şartlar ve doğduğu coğrafya, onun evet bir üniversite okumasına imkan vermemişti ama dönemin üniversiteleri konumundaki Medreselerinde tahsil görmüş, fart-ı (üstün) zeka ve fart-ı hafızasından dolayı da kısa sürede alacağını almış, sonra da ilmi susuzluğunu hayatı boyunca kişisel okuma ve araştırmalarıyla sürekli taze tutmuş, okuma ve okutmadan hiç geri durmamıştır. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi İslam’ın temel disiplinleriyle ilgili yetkin ve gerçekten aşkın bir bilgi sahibi olduğu gibi, felsefe, sosyoloji, psikoloji, edebiyat gibi sosyal ve beşeri bilimlerde ve pozitif bilim sahasında da alanının uzmanlarını hayrette bırakacak kadar derin bir bilgiye sahipti. Bu satırlar belki bazılarına mübalağalı gibi gelmiş olabilir ama konuştuklarına, yazdıklarına, onunla beraber olmuş, kendisine en girift ve tartışmalı sorular sormuş, kendi alanlarıyla ilgili en detay meseleleri tartışmaya açmış bilim insanlarının şahitliklerini ve beyanlarını hatırladığımızda bu, çok kolay bir şekilde anlaşılacaktır. Şimdilerde, geçmişte kendisiyle pek çok kez görüşmüş, sorular sormuş, farklı zamanlarda günlerce beraber olmuş tanınmış ilim ve fikir insanları, her ne kadar Türkiye’deki ağır şartlardan dolayı bunu ifade edemeseler de, geçmişte bu insanların yazıp konuştuklarına bakıldığında, bu durum çok açık ve net olarak görülecektir.

    Hocaefendi, İslam’ın insanlık dini olduğunu, Müslüman’ın bütün dünya insanlarıyla konuşabileceğini, insanlığın temel problemlerine karşı beraberce çözümler bulabileceğini, paylaşmayı, sevgiyi ve düşmanlığa düşman olmayı temel ilke edindi. Başta Türkiye özelinde olmak üzere birbirlerine muhalif, hatta düşman olan ve bir arada bulunmaları mümkün olmayan kişi ve grupları, felsefe ve inançları, ideolojileri, aynı masa etrafında, aynı salonlarda, aynı otellerde günlerce hatta haftalarca bir arada dostça konuşabilecekleri, en uç düşünceleri bile kavga etmeden tartışabilecekleri ortamlar hazırladı, bu önemli projenin fikir öncülüğünü yaptı. Türkiye özelinde bu barış ve yakınlaşmayı sayısızca uygulamalarıyla ortaya koyan Hocaefendi, sevenleri ve kendisini takip edenleri vasıtasıyla da bunu dünyanın pek çok ülkesine taşıdı. Bütün dünyanın terör ve şiddet olaylarıyla çalkalandığı hassas bir dönemde bile, “Müslüman terörist olamaz, terörist de Müslüman olmaz!” ilkesiyle, İslam’ın bir barış dini olduğunu açıkça beyan etti.

    Türkiye’de hırsızlık ve yolsuzluklar karşısında, iktidarın yaptıklarına, diğer bazı din adamları gibi fetva vermediği ve açıkça bunların, dinin, hukukun ve ahlakın onay vermediği işler olduğunu söylemesiyle, rejim tarafından düşman ve nefret objesi haline dönüştürüldü. Ülkede oynanan 15 Temmuz sahte tiyatrosuyla, yüzbinlerce seveni, hapislere konuldu, haklarından mahrum edildi, işkenceler yapıldı, küçük bebekleriyle pek çok kadın ve üniversite hatta lisede okuyan genç kız, polis baskınlarına maruz kaldı, malları ve mülkleri gasp edildi. Ve bu zulümler bütün yoğunluğuyla da hala devam etmektedir. Başlarına gelen dayanılmaz bu kadar şiddet ve gaspa, dışlanma ve hak mahrumiyetine ve soykırıma rağmen, Hocaefendi’den terbiye görmüş ve söylemini kendilerine ilke edinmiş bu masum insanlar, bırakın şiddete baş vurmayı, bir cam bile kırmadı ve bir kaldırım taşına bile tevessül etmediler. Bu süreçteki böylesine ilkeli ve hukuk eksenli bir duruş, diğer ülkeler, ülke temsilcileri ve insanları için, takipçileri ve hizmeti adına, yakın ve uzak gelecek adına önemli bir referans oldu/olacaktır. Bu ideal davranışlarıyla onlar, barış insanı olduklarını, hukuka son derece saygılı olduklarını, evrensel ahlaki değerlerin, bütün insanlığın temel ilkeleri olduğunu, düşmanlığa düşmanlık edilmesi gerektiğini, farklılıklarla beraber yaşanılabileceğini, sevgiyi, paylaşmayı, iyi komşuluk ilişkilerini, farklı din ve kültürlerle sıcak ilişkiler içinde olunabileceğini göstermiş oldular.

    Açtığı yola, “Gönüllüler Hareketi” adını verdi. Takipçileri, akıl ve mantık ortak paydasında, büyük insanlık olan evrensel İslami değerlerde, makuliyet ve mantıkiyet havzasında bir araya gelmiş, insanlık adına sevgi, merhamet ve dostluk ekseninde fikir birliği yapmış bir topluluktu. Irkı, cinsiyeti, yaşı, coğrafyası hatta dini farklı olmasına rağmen, bu makul ve evrensel değerler, herkese cazip geldi. Herkes bu değerlere kucak açtı, hatta hayatlarının temel ekseni haline getirdiler.

    Fikir hareketleri, siyasi hareketlerden farklıdır. Siyasi hareketlerde lider gittiğinde siyasi hareket son bulur. Zira siyasette çoğunlukla menfaat ve kitle psikolojisi hakimdir. Menfaat bittiğinde, dağılır ve tarihte bir daha adları bile anılmaz. Ancak ulvi bir mefkure etrafında oluşan samimi fikir hareketleri, gönüllü hareketlerdir. Menfaat, kitle ve sürü psikolojisiyle değil, iradi, gönüllü, mantık ve makuliyet ortak paydalarında bir araya gelmişlerdir. Dolayısıyla liderin vefatıyla, bu tür hareketler son bulmak bir tarafa, aksine katlanarak çoğalır, artar ve daha büyük kitlelere mal olurlar. Hocaefendi özelinde bakıldığında, dünyanın pek çok ülkesindeki ilim ve fikir insanı, hakkında tezler, kitaplar ve makaleler yazdı, farklı fikir ve dinden olan insanlar, ilgi duydu, merak etti, araştırdı ve müspet kanaat belirttiler. Onu seven ve harekete mensubiyet duyan yüzbinler, dünyanın hemen her ülkesinde, her şehrinde ondan aldıkları bu hayat felsefesiyle çevrelerine birer örnek insan olacaklardır. Ve inancım tamdır ki, Hocaefendi’nin dünya için ne ifade ettiği, ölümünden sonra daha iyi anlaşılacak ve takdir edilecektir. Düşmanlarına gelince, kimi menfaatinden, kimi din ve Anadolu düşmanlığından, kimi de hırsızlık ve yolsuzlukları ortaya çıkmasından dolayı elbette nahoş şeyler yazacak ve söyleyeceklerdir. Bu çerçevede “herkes kendi karakterinin gereğini sergiler” demek dışında söylenecek bir şey yoktur. Bu konuda da temel referans, yine Hocaefendi’nin sık sık üzerinde durduğu: “Dövene elsiz, sövene dilsiz” ilkesidir.

    Cümlelerimi şununla bitirmek istiyorum: Ölüm, her canlının kaderidir. Ölüm, Yüce Yaratıcı'nın takdiridir. Önemli olan, nasıl yaşadığımızdır. Gördüklerimizle, duyduklarımızla, okuduklarımızla Hocaefendi’nin mümtaz bir hayat yaşadığına şahitlik ederiz. Kabrin pür-nur, Mekanın Firdevsi A’la olsun pek muhterem Efendim. Tüm sevenlerinin başı sağ olsun. Yeni yurdunda hayatın boyunca beraberliğini arzuladığın başta Rehberi Ekmel olmak üzere tüm sevdiklerin yarenin olsun. Bizlere de Mevla-i Müteal, açtığın çığırda yürüme, öğretilerini yedi düvele duyurma ve gaye-i hayalini bayraklaştırma imkanı versin.
    22 Eki 2024 13:08