Bayram mektubu

  • Şerif Ali Tekalan
  • Şerif Ali Tekalan
    05 Haz 2025 12:44


     

    Lise son sınıftaydım. Yaşça benden daha büyük olan üniversite öğrencileri ve üniversiteyi bitirmiş olan abilerimizle değişik vesilelerle sık sık görüşüyorduk. Bir taraftan derslerime çalışıyordum, bir diğer taraftan da, öncelikle Rabbimizi tanıma ve ona iyi bir kul olma ile ilgili bilgi ve tecrübeleri onlardan öğreniyorduk.

    Öncelikle hizmet hareketi tarafından Türkiye’de açılmış olan ortaokul ve lise benzerlerini ve tecrübelerini özellikle Orta Asya’daki ülkelere giderek onlarla paylaşmak için öğretmenler bu ülkelere gitmeye başladı. Bu okullarda okuyan öğrenciler için yurtlar tutuldu. İşte bu yurtlarda öğrencilere hem derslerinde yardımcı olma, hem de tecrübelerini onlarla paylaşmak için belletmenler lazımdı. Bu belletmenler, hem üniversitede okuyacak, hem de yurtlarda kalan öğrencilere yardımcı olacaklardı.

     

    İşte ben de o zaman tam o yaşlardaydım ve liseyi yeni bitirmiştim. Bize bu bilgi gelince, ailemle bu durumu paylaştım. Onlar bana “şimdiye kadar bu insanlardan bir zarar görmedik, onlar ne tavsiye ediyorlarsa sen de onlara uy “dediler.

     

    Biz de bir grup arkadaşla birlikte bir ülkeye gitmek için pasaportlarımızı çıkardık, biletlerimizi aldık. İki arkadaş olarak yolculuğumuz aynı gündü. Çok heyecanlıydık. Çünkü Fethullah Gülen hoca efendi de gerek vaazlarında, gerekse sohbetlerinde “oralarda bizim kardeşlerimiz var, şimdiye kadar onlarla görüşemedik, onlarla her şeyimizi paylaşmamız lazım. Bu konuda hep birlikte seferber olalım…” diyordu.

    Biz de heyecanla uçağa bindik. Hem sevinçliydik, hem heyecanlıydık, hem de bu işin nasıl olacağını merak ediyorduk. O ülkenin havaalanına uçak inince, uçaktan inerken ayakkabılarımızı çıkardık. Kendi kendimize “buralar mübarek yerler, buralara ayakkabıyla basılmaz“ düşüncemiz vardı. Kimse bize böyle bir şey dememişti. Bizim ayakkabılarımızı çıkardığımızı görenler de şaşkın şaşkın bize bakıyorlardı. Pasaport kontrolüne gelince, camın arkasındaki görevlilere “biz sizin kardeşiniziz, sizlerle birlikte olmak için buraya geldik“ diye ellerimizi ellerini sıkmak için uzattık. Onlar da bu davranışımıza şaşırdılar, ama bir şey de demediler. Belki de bu dediklerimizi anlamamışlardı. İşlerimiz bittikten sonra valizlerimizi aldık ve dışarı çıktık. Bizi bir arkadaşımız karşılayacaktı. Bekledik, ama kimse gelmedi. Herhalde bir yanlış anlaşılma olacaktı.

     

    Orada bulunan bir taksi şoförüne elimizdeki adresi gösterdik. O da el işareti ile buyurun valizlerinizi koyun ve gidelim dedi. Onun Türkçesini anlayabiliyorduk. Arkadaşımla birlikte çok heyecanlıydık. Gecenin yarısında şehre doğru yol aldık. Şoför şehri geçti, hiç ışık olmayan yollardan gidiyorduk. Ben korktum ve içimden, ‘’şoför herhalde bizi tenha bir yere götürüyor, orada bizi öldürecek, sonra da bizim eşyalarımız ve cebimizde ne varsa onları alacak’’ diye düşündüm. Meğer yanımdaki arkadaşım da aynı şeyleri düşünüyormuş, ama birbirimizi korkutmamak için bunu paylaşmadık. Biraz sonra şoför durdu. Burası bir mezarlığın önüydü. Ben kendi kendime ‘’evet demek ki bizi öldürüp mezarlığa atacak’’ diye düşündüm.

     ‘’Buyurun inin’’ dedi. Korkuyla indik. Şoför bize anlayabildiğimiz kadarıyla “benim geçen hafta babam vefat etti, bu mezarlığa defnettik, ama dua etmesini bilemediğim için ben hiç dua edemedim. O günden beri de içime bir dertti. Siz Türkiye’den geliyorsunuz ve kesinlikle dua etmesini bilirsiniz. Lütfen babama dua edin de ondan sonra ben sizi gideceğiniz yere götüreyim’’ deyince biz hem duygulandık hem de sevindik. Dualarımızı yaptık. Sonra da kalacağımız yere gittik.

     

    Üniversiteye kaydolduk. Üniversite açılınca da üniversiteye devam etmeye başladık. Bir yandan da lise öğrencilerinin kaldığı yurtta belletmenlik yapıyorduk. Onlara, hem derslerinde yardımcı oluyorduk, hem de değişik konularda sorularını cevaplandırıyorduk.

     

    Şehre ve ülkeye çok çabuk alıştık. Allah bize bu ülkeyle ve okulla ilgili ayrı bir sevgi vermişti. Daha önce de, Fethullah Gülen hoca efendi bu gibi ülkelere gidilirken şöyle dua edin demişti; “Ya Rabbi, bu ülkeyi ve bu ülkenin insanlarını bize sevdir. Bu ülkenin insanları da bizi sevsinler.“ demeden o ülkeye girmeyin demişti. Biz de ülkeye girerken zaten böyle dua etmiştik. Ve Allah da bu ülkeyi bize sevdirmişti.

     

    Öğrencilerimizle de samimi olmaya başladık. Onlara her konuda yardımcı olmaya çalışıyorduk. Bir öğrenci çok uyumsuzdu. Yatağını toplamazdı, yemekhanede tabak, çatal, kaşıklarını ilgili yere koymazdı. Davranışları sertti. Belletmen arkadaşlarımızla birlikte değerlendirmeler yaparken, ‘’bu öğrenciye de asla onu kırmadan davranalım’’ diye karar almıştık.

     Bazen o kadar ileri gidiyordu ki, okul saati başladığında diğer öğrencilerden geriye kalıp yattığı odayı bile girilemez hale getiriyordu.

     

    Bir gün belletmen arkadaşlarla otururken, bu öğrenci odaya girdi ve bize; “beni hala okuldan atmayacak mısınız? Ben okumak istemiyorum”. Biz de “seni niçin atalım ki, seni çok seviyoruz” deyince ‘’yaptıklarımı görmüyor musunuz?’’ dedi. Biz ‘’evet görmüyoruz’’ dedik.

    Belli bir zaman sonra bu öğrenci de her yönüyle uyum sağladı. Sonra da liseyi  ve üniversiteyi başarıyla bitirdi. Her yönüyle bu güzel hizmetlerin yardımcılarından birisi haline geldi.

     

    Yukarıdaki hatıra, şu anda yine bir eğitim müessesesinde çalışıp hizmetlerine devam eden genç bir arkadaşımıza ait. Yıllar önce o ülkeye gittiğimizde bize bunları anlatmıştı. O kadar çok farklı ülkede bu arkadaşların benzerlerini görmüştüm ki, bize sadece onları takdir ve teşvik etmek ve onlara dua etmek kalıyordu.

     

    Bir yandan onların yetiştirdikleri bu öğrenciler, şimdi çoktan ülkelerinin değişik yerlerinde hizmet ediyorlar ,bir diğer yandan da öğrendikleri bu güzellikleri hem dünyanın her yerindeki dili, milliyeti, dini, rengi, düşüncesi, farklı insanlarla paylaşıyorlar ,hem de devam etmeye çalışıyorlar.

     

    Bu güzel gayretler, aslında canlı bir organizma halinde hayatiyetini geliştirerek yani update, upgrade ederek devam ettiriliyor. Her türlü siyasi, politik, hiçbir beklenti içinde olmadan sadece Allahın rızasını kazanmak için insanlarla bildikleri ve ellerinde olan her şeyi paylaştıkları bu güzel hareket, birileri kötü ve art niyetle, bir şeyler deseler, aleyhte bir şey yapmaya çalışsalar da devam ediyor, devam edecek inşallah.

     

    Aynı şekilde ve aynı düşüncelerle yine bu ülkelerden birine giden bir öğretmen arkadaşımızın,  bayram gününde hem bayramla ilgili kendi  duygu ve düşüncelerini, hem de empati yaparak annesinin neler düşünmüş olabileceği ile ilgili aktardığı şiiri bize o zaman o ülkeye gittiğimizde  kendisi okumuştu;

     

                                 BAYRAM MEKTUBU

    Şimdi neredesin anne?

    Yine, yatılı okul pencerelerinden seyredilen yıldızlarda mı?

    Yoksa gurbet gecelerinde dinlenen,

    Anneli şarkılarda mısın?

     

    “Yavrum aç mı, susuz mu” diye;

    “Üstü mü açıldı, uykusuz mu?” diye;

    Yine, geceler boyu, kaygılarda mısın?

    Ama, ben biliyorum anne!

     

    Nerede olursan ol,

    Bütün anneler gibi

    En büyük fedakârlıklarını vazife,

    Küçücük tebessümlerimizi lütuf sayarsın.

     

    Lutfedip gelir mi diye yavrularım

    Yolları gözlersin her gün.

    Ve yine biliyorum,

    Sen beklemeyi iyi bilirsin anne.

     

    Ne zaman köye gitsem;

    Ya “Bu gün düşümde görmüştüm”

    Ya da “Geleceğin içime doğmuştu.”dersin

    Demek, hep yolları gözlersin

     

    Derdin ki; “Yola bakmak, yere bakmaktan iyidir.”

    Sen ikisini de iyi bilirsin anne.

    On parça olmuş yüreğin;

    Üçü yere, yedisi yola bakar,

     

    Her yıl koyunların kuzular,

    Koçların gider sonra her yıl.

    Koçyiğitlerin de hep gidiyor koçların gibi

    Kimi yola, kimi yere…

     

    Sonra, hep ağlarsın gidenlerin ardından,

    Her gidenin, her gidişinde yeniden

    Sen, ağlamayı iyi bilirsin anne!

    Derinden “of ” çekersin kuzularını otlatırken dağlarda,

     

    Boşalırsın, dolarsın her “of ”ta on kez.

    Özlemlerin vardır yürek dolusu,

    Ama, olamaz işte,

    Bayram da olsa

     

    “On”u bir araya gelemez yüreğinin.

    Ama olsun anne!

    Cennet ve önden gönderdiklerin…

    Hep dualarla beklediğin gibi

    Onlar da seni bekliyorlar anne!

    Sen, sabretmeyi iyi bilirsin anne!

     

     

    Aslında bu şiir, bu duygu ve düşüncelerle dünyanın her yerine giden öğretmen, belletmen, idareci, iş adamı arkadaşlarımızın hepsinin halet-i ruhiyelerini ve düşüncelerini çok güzel ifade eden bir örnektir. Ayrıca yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, hiçbir şey durduğu yerde kendiliğinden olmuyor. Oluşan güzel neticelerin arkasında samimi niyetler, gayretler, çalışmalar olduğu açık seçik ortada. Aradan geçen bunca yıl, Allah’ın lütfuyla insanlık itibarını zedeleyecek  neredeyse en küçük bir durum bile meydana gelmedi. Gidilen yerlerden güzel örnekler alındı, güzel tecrübeler de onlarla paylaşıldı.

    Hiçbir zaman tek taraflı bir alışveriş olmadı, her zaman karşılıklı, düşünülerek, konuşularak yapılması gereken en makul davranış ve fiiller, zamanın ve mekânın dili kullanılarak yerine getirilmeye çalışıldı. Bu gayretler, hemen her yerde geliştirilerek devam ettirilmeye çalışılıyor.

     

    Herkesin önümüzdeki Kurban Bayramı’nı kutlar, Rabbimden içinde bulunduğumuz bu mübarek gün ve geceler hürmetine, başta ülkemiz olmak üzere, dünyanın her yerinde haksız yere hakları gasp edilmiş, zulme uğramış, en temel insan hakları ellerinden alınmış, yalan ve uydurma delillerle hapislere konulmuş kardeşlerimizin ve insanların bir an önce bu haklarına kavuşmalarını diler, hak, hukuk ,adalet içinde insanların yaşamasını, haksız bir şekilde zulümle muamele eden idareci ve diğer insanların da bir an önce bu yanlışlıklarından dönmelerini, bundan vazgeçmemeleri durumunda da Allah’ın onlara müstahaklarını vermesini can-ı gönülden niyaz ederim.
    05 Haz 2025 12:44