İslâm’da Kur’an ve Sünnet ile başka din mensuplarının hakları garanti alınmış, sahabeler bunları birebir uygulayarak sonraki nesillere aktarmışlar ve daha sonra İslâm fıkhı içerisinde mezhepler tarafından bu haklar sistemli bir şekilde ortaya konmuştur. On üç asır boyunca bazı idarecilerden kaynaklanan bazı yanlış uygulamaların dışında başarılı bir şekilde bunlara hayata geçirilmiştir.
Önceki yazılarda uygulamadan örnekler vermeye başlamıştık. Bu örnekleri çoğaltarak devam edelim... İşte size, insanın başını döndürecek güzellikte sosyal güvenlik ile ilgili bazı uygulamalar:
“Hz. Ömer, Suriye’de yaşlanmış âmâ bir Yahudinin dilendiğini görünce, ona niçin dilendiğini sormuş, yaşlı adam “yaşlılık, fakirlik ve cizye” cevabını verince, Hz. Ömer onu önce evine götürüp ihtiyacını gidermiş, arkasından Beytü’l-mâle göndermiş, ondan ve onun durumunda olanlardan cizyelerinin kaldırılmasını ve onlara maaş bağlanmasını emretmiştir. Arkasından da şu ibretlik sözünü söylemiştir: “Gençliğinde ondan istifade edip (onun cizyesini alıp) yaşlılığında onu kendi hâline terk edersek adaletten sapmış ve ona haksızlık yapmış oluruz.” (Ebû Yusuf, Kitâbü’l-harâc, s. 139)
Aynı şekilde Hz. Ebû Bekir, Hireli zimmîlere şu güvenceyi vermiştir: “Yaşlı biri çalışamaz duruma gelir veya bir musibete maruz kalır ya da zengin iken yoksullaşır da dindaşları kendisine sadaka vermeye başlarsa o kimse İslâm ülkesinde oturduğu müddetçe vergiden (cizyeden) muaf olacak ve geçimi devlet hazinesinden sağlanacaktır.” (Ebû Yusuf, Kitâbü’l-harâc, s. 157-158)” (İnsan hakları bağlamında zimmî hukuku)
İslâm diğer dinlerdeki insanlara kamu hukukunu ilgilendiren konuların dışında kendi dinlerine ve hukuk sistemlerine göre hareket etme hakkı tanımıştır. Eğer kendileri isterlerse İslâm mahkemelerinde yargılanmak hakkı da verilmiştir ki bundan yararlananların sayısı oldukça fazladır:
“Öyle ki gayrimüslimlerin, kendi aralarında, içki ve domuz eti gibi İslâm’ın kesin olarak haram kıldığı maddelerin ticaretini yapmalarına dahi müsaade edilmiştir. Zimmi bir kimsenin sahip olduğu şarabı veya domuz etini itlaf eden veya zarar veren Müslüman, bunun tazminatıyla mükellef tutulmuştur. (İbn Âbidin, Reddü’l-muhtâr, 3/273) Keza Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı Basrî Hazretlerine gelerek zimmilerin İslâm fıkhı açısından geçersiz sayılan nikahlarına müdahale edip etmeyeceğini sorduğunda aldığı cevap şu olmuştur: “Onlar kendi inançlarına göre yaşayabilmek için bize cizye ödüyorlar.” (DİA, “Zimmi” mad.)
Kur’ân’ın şu âyeti gayrimüslimlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları kendi dinlerine göre çözebileceklerini belirtir: “Eğer sana gelirlerse ister onlar arasında karar verirsin ister kendi hallerine bırakırsın. Eğer onları kendi hallerine bırakırsan sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama eğer bir karar verirsen onlar arasında adaletle karar ver.” (Mâide sûresi, 5/42) Aynı şekilde “Ehl-i İncîl de, Allah’ın o kitapta (İncil’de) indirdiği ile hükmetsin.” (Mâide sûresi, 5/47) âyeti de onları inanç ve değerlerine göre yaşamaya ve kendi dinlerinin hükümlerini tatbik etmeye çağırır. Allah Resûlü’nün gayrimüslimlere yönelik uygulamaları da bu çizgide cereyan etmiştir. (Bkz. Müslim, Hudûd 26-29)
Hanefi fakihleri onların bu hukukî özerkliğini, “Onları kendi inançlarıyla baş başa bırakmakla emrolunduk.” (Serahsî, el-Mebsut, 11/102) cümlesiyle özetlemişlerdir. Tarihî uygulamalar da buna göre cereyan etmiştir.” (Zimmilere Tanınan Temel Hak Ve Özgürlükler)
Raşid halifelerden sonra kurulan devletlerde de zımmî hukukuna uyulmuştur. Buna dair çok sayıda uygulamayı hem yerli hem de yabancı kaynaklarda bulmak mümkündür. Osmanlı’dan bir örnek:
“Müslümanlar fethedilen yerlerdeki gayrimüslimleri öldürmemiş, köleleştirmemiş veya kendi dinlerine sokma noktasında hiçbir zorlamada bulunmamışlardır. Değil gayrimüslimleri din değiştirmeye zorlama, onların şahıs ve yer isimlerine bile müdahale edilmemiştir. Onlarla zimmet antlaşmaları yapmışlar ve verecekleri vergi karşılığında onların temel hak ve özgürlüklerini garanti etmişlerdir. Örnek olması açısından 1463 yılında Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in Bosnalı Hıristiyanlara verdiği şu ahitnameye bakabiliriz:
“Ben, Sultan Muhammed Han, bu ferman-ı hümayunu alan herkese, Bosnalı ruhban sınıfının benim tarafımdan kabul edildiğini duyurur ve şunu buyuruyorum: Hiç kimse onları veya kiliselerini rahatsız etmeyecek veya onlara dokunmayacak. Onlar, benim devletimde barış içinde yaşayacaklar. Yeniden manastırlarına korkusuzca geri dönmeli ve yerleşmeliler. Onlar, ne zat-ı alilerim ne vezirlerim ne çalışanlarım ne teb’am ne de devletimde yaşayan herhangi biri tarafından rahatsız edilmemelidirler. Hiç kimse, onlara, yaşamlarına, mallarına veya kiliselerine saldırmamalı, hakaret etmemeli veya zarar vermemelidir.” (Zimmilere Tanınan Temel Hak Ve Özgürlükler)
Zımmîler devlet hizmetlerinde de yer yer çalışabilmişlerdir:
“Zimmiler İslâm dünyasında “getto” tipi mekânlarda yaşamaya mecbur tutulmamış, ikamet yerlerini kendileri seçmişlerdir. Ticaret, çiftçilik, madencilik, sarraflık, dericilik gibi bir çok meslek grubunda yer alarak ticari hayatta yer edinmişlerdir. Yazdıkları eserlerle ve yaptıkları tercümelerle ilmî ve kültürel hayata önemli katkılarda bulunmuşlardır. Devlet hizmetinde vergi memurluğu, kâtiplik, saray tabipliği gibi görevler almışlar, yer yer askerlik hizmetlerinde kendilerinden istifade edilmiş ve hatta bazı devletlerde vezirlik makamına kadar yükselmişlerdir. Bazı Selçuklu sultanları Hıristiyan kadınlarla evlenmiş ve onları hiçbir şekilde Müslüman olmaya zorlamamışlardır. (DİA, “Zimmi” mad.)
Gayrimüslimleri devlet hizmetlerinde istihdam etme ta Allah Resûlü ve Raşit Halifeler döneminde başlamıştır. Mesela Nebiyy-i Ekrem, Müslüman olmayan Amr b. Umeyye ed-Damrî’yi Necaşi’ye elçi olarak göndermiştir. Hz. Ömer, çok sayıda gayrimüslime hazine, maliye ve devletin daha başka birimlerinde görev vermiştir. Hatta Suriye’den Medine’ye bir Rum’u çağırıp maliye işlerini ona emanet etmiştir. (Muhammed Hamidullah, İslâm’da Devlet İdaresi, s. 398)” (Zimmilere Tanınan Temel Hak Ve Özgürlükler)
Tarih boyunca Müslümanlar mazlumların hep yanında yer almışlardır. Başka din mensupları da buna dahildirler:
“Müslümanlar sadece egemenlikleri altında yaşayan dinî azınlıklara sahip çıkmamış, başka ülkelerde baskı ve zulüm gören azınlıklara da kol kanat germişlerdir. Mesela İspanya’dan kaçan Yahudiler, Osmanlı halifesi tarafından İstanbul’a yerleştirilmiştir. Sadece İspanya da değil, Osmanlının azınlıklara tanıdığı özgürlükler Polonya, Avusturya ve Bohemya gibi ülkelerden kaçan veya kovulan Yahudileri de cezbetmiştir.
Aynı şekilde çok sayıda Ermeni, bir zorunluluktan değil, Osmanlıdaki hoşgörü ve adaletten dolayı İran, Kafkaslar, Doğu ve Orta Anadolu, Balkanlar ve Kırım’dan İstanbul’a göç etmişlerdir. Hatta Osmanlının bu kadar uzun yaşamasının temel nedeninin farklı din mensuplarına gösterdiği hoşgörü ve verdiği haklar olduğu ifade edilir. (Recep Şentürk, “İslâm’da Azınlık Hakları”, İnsan Hakları Araştırmaları, 4 (6), s. 61-62)) (Zimmilere Tanınan Temel Hak Ve Özgürlükler)
Endülüs Emevileri
Endülüs’te de bir arada yaşama kültürünün en güzel örnekleri sergilenmiştir. Başka din mensuplarının burada da çok yerlerde görevlendirildikleri görülmektedir. Endülüs’te hem bu hususu ve genel zimmilerin durumuna bir göz atalım:
“Endülüs’teki zimmîler de fetih esnasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde dinlerini, mâbedlerini, örf ve âdetlerini muhafaza hakkına, can ve mal emniyetine sahip bulunuyor, buna karşılık devlete cizye ve toprağı olanlar da haraç ödüyordu. Hıristiyan halk zamanla İslâm kültürünün derin etkisi altında kalmış, İspanyollar da kendi ana dilleri yanında yazı ve konuşma dili olarak Arapça’yı kullanır hale gelmiştir. Giyim kuşam, yeme içme vb. günlük hayatı ilgilendiren pek çok hususta müslümanları taklit ettiklerinden kendilerine “müsta‘rib” (Araplaşmış) deniliyordu…
Zimmîler ordu dahil devletin çeşitli kurumlarında önemli görevler alıyor, idarî, sosyal ve kültürel hayata katkıda bulunuyordu. Oldukça yaygın biçimde Müslüman erkeklerle evlenen Hristiyan kadınları kendi dinlerini diledikleri gibi yaşama hakkına sahipti. Hem Arapça ve Latince’ye vukufları hem de İslâm kültürünü yakından tanımaları sayesinde Hristiyan cemaat Endülüs ile Hristiyan İspanya, hatta Avrupa’nın diğer ülkeleri arasındaki kültürel alışverişte köprü vazifesi görmüştür.
Bu hususta yahudi cemaatinin de önemli rolleri olmuştur. Vizigotlar’ın sonlarına doğru dinî hakları tamamen ellerinden alınan ve köleleştirilen Yahudiler, İslâm fethiyle birlikte dinî bir cemaat olarak yeniden toparlanma ve dinlerini rahatça yaşama hakkını elde etmişlerdir. Geniş ticarî faaliyetleri sayesinde ekonomik hayatta ve İbrânîce, Latince, Arapça bilmeleri sayesinde idarî ve kültürel hayatta da önemli bir yer edinmişlerdir (DİA, XI, 217).” (İslamansiklopedisi/zimmi)