Bu kadar sık yaşanan deprem tecrübesinden sonra, davul-zurna ile yaklaşan felaketler konusunda zar atmak, kelimenin tam manasıyla umursamazlık ve aymazlık. Kaldıracağının çok ama çok üstünde bir nufus ve kötü yerleşim ile geri sayıma düşen İstanbul'un bu hali ile ayakta kalma şansının olmadığı artık kesin. Bunun ötesindeki iyi niyet temennileri laf-ı güzaf olmanın ötesine geçmeyecek.
İstanbul'un yaşanmaz bir şehir haline gelmesinde mevcut iktidarın payı büyük. Düzensiz yapılaşma çılgınlığına zamanında dur denmeyince iş, yumurta-tavuk sonuçsuzluğuna kilitlendi. Ülkenin tek metropolü mevcut hali ile değil, kırk-elli yıl öncenin nostaljileri ile sempati oluşturmaya çalışıyor. İstanbul artık yaşanmaz bir şehir ve bıçağın kemiğe dayandığını herkesin kabullenmesi gerekiyor.
Şubat 2023’te kötü bir performans sergileyen iktidarın, o günden sonra da bunu telafi edecek adımlar atmakta ayak direttiğine hepimiz şahidiz. İstanbul'u o talihsiz on şehirden daha belirsiz ve büyük bir felaket bekliyor. Onsekiz milyonluk bir nufustan bahsettiğimizi de hatırlatalım.
İşin tek sevindiren tarafı, bütün ihmal ve vurdumduymazlıklara rağmen, zaman periyotları sıklaşan deprem konusunda uyarılarını esirgemeyen kıymetli ilim adamlarının samimi ısrarları. Akademisyenler yalnız İstanbul değil, Türkiye'nin her yerini yakın takibe almış durumdalar. Şu an sözüne en fazla itibar edilen ilim adamı “Kimse Marmara'da deprem olmayacak demesin!” gerçeğini avazı çıktığı kadar haykırıyor.
Son İstanbul depreminin az hasarla atlatılmış olması iyi bir şans. Deprem sonrası açıklamaların birbiri ile çelişiyor olması tedbirler konusunda birinci dereceden sorumlu yetkili mercileri rehavete sevk edecek bahanelere vesile olursa, vay şehrin haline! Bu rahatlık, kale önündeki tehlikeyi gol ile savuşturma aldanmışlığı ve her zaman olduğu gibi faturası halka çıkan ağır neticelere davetiye çıkarmak demek.
Depremi suistimal eden ve şahsi popüleritesine malzeme yapan sadece sosyal medya fenomenleri değil. On sekiz milyonluk koca şehrin işleyişini birkaç aydır, vekil, kayyım ve Saray kapıkullarının merhametine bırakan muktedirlerin, şahsi ihtiras ve tutkuları son deprem ile de sakinleşmedi. İstanbul halkının üç seçimde iktidar adaylarını oyun dışı bırakmasından olsa gerek, hükümet bir dahaki seçimlere kadar metropolü de Ankara'dan yönetmeye kararlı görünüyor. Şubat 2023 depreminde yerel idareler görev başında olmasına rağmen, Ankara'nın olay mahalline intikali üç günü aldı. İstanbul'a intikallerinin ne kadar süreceğini düşünmek bile istemiyorum.
İstanbul gelirleri açısından dünya çapında ilk on şehir arasında sayılmasa da hatırı sayılır bir bütçeye sahip olduğu biliniyor. İktidar ve Saray'ın şehre olan tutkuları ve son altı yıldır aldatılmış aşık sendromunu atlatamamış olmaları hissi ve romantik değil tamamıyla maddi. Saray'ın son depremden sonra İstanbul üzerinde tek ve nihai yetkili rollerine soyunması işte bu yüzden. Eski İBB Başkanı'na takılan Kanal İstanbul projesini bir oldu-bittiye getirirlerse hiç şaşırmayız. İstanbul'un gelirleri şehir olarak kendini kurtarmaya yetmez ancak, şahsi şehvetleri ölümüne tatmin edecek limitleri zorlayabilir.
İstanbul'u bu iktidara mahkum olmadan önceki günlerinden tanıyan yazarınız, şehir hakkında şahsi his ve romantizmi gıcıklayacak şeylerle vakit geçirmeyi işin nezaket ve ciddiyetine saygısızlık olarak anlıyor. Sözümona İstanbul sevdalılarının şehre neyi reva gördüklerine şahidiz. Uzmanların bütün uyarılarına rağmen hala Kanal İstanbul takıntılarına ilaç bulunamadı. Yoksa orada da mı akçeli saadet zincirleri sözkonusu?
Mevcut iktidarın İstanbul gibi, bu gün başlanılsa en az otuz yıl alacak yeniden inşa projesi için ne enerjisi ne de öngörüsü var. Gözlerini dikdikleri İstanbul'un bütçesi de buna yetmez. Yüzyılların yadigarı şehir uçurumun kenarında ve her an yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Çeyrek asır ülkeyi açık hapishane haline getiren iktidarın, Allah saklasın, bu aymazlık ile İstanbul'u ülkenin en büyük mezarlığı haline getirmesi işten bile değil. Bölgedeki deprem hareketliliği ve uzmanların bütün uyarılarına rağmen hiçbirşey yapmadan kollarını bağlayıp “Ne olacaksa olsun, sonra bir çaresine bakarız!” konforlarından vazgeçmeye pek yanaşmayacak gibi duruyorlar.
O zaman Türk seçmenine, uçurumun kenarına gelmiş onsekiz milyonluk İstanbul ile dediğim-dedik ısrarında çakılan bir hükümet arasında tercih yapmak kalıyor. Eğer, “Bu şehri'Stanbul ki, mislü behadır/Bir sengine yekpare Acem (İran) mülkü fedadır!” ve “İstanbul, Türkiye demek” ise daha fazla ahesterevlik etmek doğru olmaz. Biraz duygusal mı oldu? Eh, o kadar olsun! İstanbul'dan bahsediyoruz!