Kendi küçük etkisi büyük konulardan biri çocuk eğitimidir. Eğitimin etkisi ile çocuğun yaşı arasında doğru değil ters orantı vardır. Yaş ilerledikçe etki azalır. Bu bakımdan 0-3 yaş veya 0-7 yaşları arasında çocuğun ruhu şekillenir. Bir nesli bu yaş aralığında yakalayanlar geleceği yakalamış olurlar. Çünkü ağaç yaş iken eğilir.
Yıllar önce Burdur’da paralı askerlik yaptığım esnada, Almanya'da Doçent olan ve ailelerin rehberliği ile ilgilenen bir arkadaşla tanıştım. Yirmi küsür ailenin çocuklarını rehberliğinden ötürü devlet tarafından maaşla çalışan bu arkadaşın durumu dikkatimi çok çekti. Onun anlattığına göre ailedeki bütün çocukların yatma kalkma, ders çalışma, kitap okuma gibi konuları ihtiva eden zamanların tanzimini ve takibini yapıyordu. Anne Baba da çocuklarına bu Doçent arkadaşıma danışarak, haber vererek ancak müdahale edebilirlerdi. Aksi takdirde devlet araya girer ve aileye uzmanına danışmadan çocuklarına yapmış oldukları yanlış müdahaleden dolayı ceza verebilirdi. Hani Türkçemizde deriz ya; “ağzım açık dinledim.” Tam böyle bir şey oldu bende. Bizim daha çok Üniversite talebeleri için tatbik etmeye çalıştığımız rehberlik sistemini adamlar beş altı yaş grubuna kadar indirerek aileleri de dahil ederek yaygın hale getirmişler. Buna ancak şapka çıkarılır. Türkiye'de kısmen gizli yaptığımız bir rehberliği adamlar devlet eliyle alenen yapıyorlar. Almanların insan sermayesini değerlendirmek için devlet imkanları ile işin içine girmiş olmalarına şaşmamak doğrusu mümkün değildi! Hayret ettim!
Hemen pek çok Avrupa Ülkesinde Devlet imkanları ile okul öncesi ve sonrası çocuklara tatbik edilen bu rehberlik ve eğitim sisteminin ne zamandan beri uygulandığını tam bilmiyorum. Yüz elli senelik bir geçmişi olabilir.
Bizim dünyamızda Avrupalılarca değeri çok önceki tarihlerden beri anlaşılan okul sonrası ve öncesine dayanan rehberliğin bizim dünyamıza tesir ve etkisini görmek için Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu yıllara odaklanabiliriz, tahlilimizi bu tarihi yıllara yoğunlaştırabiliriz. Ne oldu o yıllarda II. Mahmut dönemi II. Abdülhamit dönemi derken çok hızlı bir şekilde Batılılaştık. Üst üste inkılaplar yaşandı, her inkılap bizi bizden biraz Batı yamaçlarına alıp götürdü. 15-17 sene içinde öyle inkılaplar yaşandı ki, özellikle Türk milletinin elitleri bambaşka bir millet oluverdi. Bu derece hızlı bir değişmenin ve sosyal bozulmanın tabi ki birden fazla sebebi saiki, faktörü vardır. Tek bir etkenle izah edilemez elbet. Fakat bu durum bizi derin derin düşünmeye sevk eden bir konudur. Bir millet kısa bir zaman içinde bu kadar, yani örneğin ezanların Türkçe dilinde okunmasını hazmedecek kadar nasıl bir derin değişim yaşamış olabilir ki! Bu ruhumuza ve dinimize ve kültürümüze uymayan inkılapları sadece devlet zoru ile gerçekleştirilmiş ve tabanda karşılığı olmayan uygulamalar olarak da göremeyiz.
Şimdi değişimi görebilmemiz için birkaç örnek üzerinden yürüyelim. Bir tarikat şeyhi ulemadan ve sülehadan olan Esat Erbili Hazretlerinin şimdiki evlatları ve torunlarının çizgisi arasında ahlak ve fazilet açısından oldukça fark vardır. Maharet ve kariyerini saymakla bitiremeyeceğimiz Ahmet Cevdet Paşanın torunlarından biri kısa zaman sonra papaz olup çıktı. Çünkü hemen hemen bu ailelerin pek çoğunda aileleri Batı kültür medeniyetini kabule hazır hale getiren mürebbiyeler vardı. Halide Edip Adıvar Fatma Aliye gibi elitlerin evlatlarını mürebbiyeler (dadılar) yetiştirdi. Zaten Hüseyin Rahmi Gülpınar “Mürebbiye” adlı eserinde bu durumu eleştirdi.
Mürebbiyeler İslam ve Türk kültüründen aileyi özellikle ailenin çocuklarını koparıyor, Batı kültürüne kabule hazır hale getiriyordu. O zaman Osmanlının elit, paşa aileleri neden Batılı, özellikle Fransız mürebbiyelerini evlerinin içine alıp onların çocuklarını terbiye etmelerine müsaade ettiler? Bu çok su götürür bir mesele olmakla birlikte, Batı’ya açılma ve yabancı dilleri evlatlarına öğretme ihtiyacından yabancı mürebbiyeler Osmanlı ailesinin içine kadar girebildiler diyebiliriz.
Mürebbiye veya dadı, anne fonksiyonundandır. Osmanlı paşa ve ulemasından hatırı sayılır ailelerin soylarının kültür erozyonuna maruz kalmasını Hz. Nuh Aleyhisselam'a benzetip de “Ne yapalım kardeşim, peygamber evlatlarından bile dalaleti küfrü seçenler olmuş” diyerek olayı normalleştiremeyiz. Sebepler dünyası olarak Rabbimizin yarattığı bu dünyada peygamberlerin hayatı da söz konusu olsa bir izahı ve anlaşılabilir bir tarafı vardır. Hz. Nuh’un evladı Kenan’ın inanlar için hazırlanan gemiye binmediğinin de bir izahı ve anlaşılabilir tarafı vardır. Hz. Nuh’un evindeki mürebbiyesi hanımıdır. Ve hanımı Hz. Nuh’a inanmamıştır. Hz. Nuh’un hanımının inançsız ve hatta kafirlerle işbirliği yapmış olmasının çocuklarının üzerinde mutlaka bir etkisi veya kötü bir sonucu olacaktır. Yani Nuh’un evladının imandan uzak olmasını, terbiyesinden geçtiği annesinin durumu ile izah edebilir veya anlamlandırabiliriz.
Elbette evimizde mürebbiye veya dadı tutmak her zaman için zararlı değildir. Dadılar kültür ve keyfiyetine göre faydalı da olabilir. Peygamberimizi düzgün bir dil eğitimi alması gibi gerekçelerle süt annesi Halime’ye vermişlerdi. Ve Efendimiz bu süt annesini hiçbir zaman unutmadı.
Evet, birilerinin nesli ifsadına karşı saliha fıtratlı şefkat kahramanlarının dadılık veya mürebbiyelik yapması bir neslin ihyası adına çok önemlidir. Aleyhimizde akan zamanı tersine çevirmenin yollarından biri de 0-3 ve 0-7 yaş grubu demen evlatlarımıza eğilmek ve onları ihmal etmemektir.