Bahar Kokan Yokuşlar

  • Hüseyin Odabaşı
  • Hüseyin Odabaşı
    03 Kas 2025 03:04


    Türkiye tarihi inişler, çıkışlar, virajlar ve yokuşlar tarihidir. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki batışını büyük bir depreme benzetirsek, günümüze dek artçı şokları hiç durmadı. Toplumsal çalkalanmalar sosyal çatlamalara; sosyal çatlamalar da idari baskılara sebep oldu. Hutbe-i Şamiye’de (Bediüzzaman) geri kalmamıza sebep olduğu ifade edilen Alem -i İslam’daki müstebit idareler aldı başını gitti.

    Bu depremlerin depremleri takip ettiği Türkiye tarihinde ancak üç fırsat, üç dönem, üç bahar yakaladık; Menderesli, Özallı ve Hizmet yılları. Bu dönemler de çalkalantılı geçmedi değil. Fakat bunlar doğum sancılarının çalkantılarıydı. Menderes’li yıllara(40’lı, 50’li) gelindiğinde “din harap iman türap haline” geldi.   Akif'in “Umar Mıydın” şiirinde tasvir ettiği bir şenaat bir kar kış yaşanıyordu ki sormayın! Bu mısraları Akif gözyaşları içinde yazdı:

    “Görünmez aşina bir çehre olsun rehgüzarında

    Ne gurbettir çöken İslam'a İslam'ın diyarında?

    Umar mıydın ki: Ma'betler, ibadetler yetim olsun?

    Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?

    Umar mıydın: Cemaat bekleyip durdukça minberler,

    Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?

    Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın rahneden bitap?

    Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrap?

    Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyan-ı mersûsun

    Şu viran kubbelerden böyle son feryadı dem tutsun?”

    Son on seneden beri (15 Temmuz’dan) Türkiye’de yaşanan fecaileri ve zulümleri öncesinden tahmin edip ummadığımız gibi, Akif de Osmanlı yıkılışını ve sonrasında oluşan müstebit idareleri tahmin edemediği için mabetlerin yosun tutacak kadar metruk hale geleceğini ummuyordu?

    Adının Müslümanlıkla birleştiği Türk’ün yurdunda ezanlar artık “Tanrı uludur” çığlıklarıyla okunuyordu.  Halbuki Türkiye Devletinin İstiklal marşında;

     

    “Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli,

    Ebedi yurdumun üstünde inlemeli”

    demiyor muydu Akif? 

     

    Akif sanki İstiklal Marşına almış olduğu bu mısra ile İnkılaplarla başlayan tırpanlama sürecinin ezanlara kadar varıp uzanacağını hiss-i kablel vukusu ile sezmiş gibidir. Bu mısra sanki olacakları önceden sezmiş bir Allah şairinin ön almasıdır, ön tedbirdir.

    17 sene aslından uzak bir şekilde okunan ezanlardan sonra Akif’in duası kabul olmuş gibi, Menderes 1950’de Başvekil olunca ezanı aslına çevirdi.  Menderes’in Üstadımız Bediüzzaman’la da irtibatı vardı. Bu Menderes’in her şeyi ile Risale-i Nurlar’ın etkisinde olduğu anlamına gelmezdi. Fakat bir Başvekil ilk defa devlet adamı sıfatıyla mağdurların ve mazlumların sesine kulak veriyordu. Bediüzzaman Hazretleri yazdığı mektuplarında ona hitaben “kahraman” dedi.  O ezanları aslına göre okutmakla da olsa bir İslam kahramanıydı. Menderes ve Bediüzzaman Hazretleri “acele edip kışta geldiklerinden” yaptıkları hizmetlerinin karşılığını dünyadayken göremeden gittiler.

    Menderes memleketi şantiyeye çevirdi. Ağır sanayi hamlesi ile milletinin refah seviyesini bir tık da olsa yükseltti. Adnan Menderes'in sanayi hamlesi, Demokrat Parti döneminde yabancı sermayeyi teşvik yasası, tarım makineleşmesi, Marshall Planı'nın katkılarıyla kurulan yeni sanayi tesisleri ve Ulaştırma, altyapı, enerji gibi alanlarda büyük yatırımlarla gerçekleştirildi. Bu dönemde kara yollarında büyük atılımlar yapılmış, yeni fabrikalar kurulmuş, sulama barajları ve santraller inşa edilerek ülke kalkınma hareketine tanıklık etti.  Yani Türkiye bu dönemde “kalkınma” kavramını tanıdı.

    1960 yılında tüm bu Menderes’in yaptıklarına karşılık Türk milletine darbe yaptılar ve Onu da idam ettiler. Böylece bir dönem sona erdi. Bu darbede dış güçlerin etkisi var mıydı bilinmez. Çünkü Menderes, önceden olduğu gibi İMF ve Dünya Bankası’ndan aradığı şartlarda kredi bulamadı. Ve yönünü Rusya’ya çevirdi. Sonra da parasal imkana kavuşmak için Ortadoğu petrollerine yöneldi, Araplarla paktlar kurdu. “Marshall” yardımlarını ile nispeten de olsa belini doğrultan Türkiye'nin yörünge değiştirmesi Batı dünyasında gözden çıkarılmasına sebep oldu (olabilir). Nitekim bu Avrupa'dan aradığını bulamayıp önce Rusya'ya daha sonra da Orta Doğu petrollerinden pay kapma adına arayışlara girme, Osmanlının son döneminden itibaren günümüzde dahi geçerliliğini koruyan politik davranış kalıbımızdır. Aslında kısır döngü desek daha iyi olur. Fakat çaresi bulunamadığından dolayı bu yanarlı dönerli politik hamleler bazan çaptan düşmemize, itibar kaybına ve güvenilirliğimize zarar verdi.

    Ne acı ki Menderes’i idam ederek Milleti yasa boğdular. Fakat Anadolu insanı bir başbakanı asmanın hesabını hiçbir zaman darbecilerden soramadı.   

    Uzun bir durağanlıktan sonra yine 80 darbesinin arifesinde Özallı yıllar başladı. Özal’dan sonra şu oldu. Özal’a kadar alenen yapılan darbeler Özal’dan sonra kamufleli ve tiyatrolu sinsi darbeler şekline girdi.   Türkiye'de Menemen, Şeyh Sait isyanı ve sonrasında yaşananlar Dersim katliamı, 60 darbesi, 70 darbesi, Seksen darbesi, Menderes’in idamı ve 28 Şubat süreçleri aslında idare edenlerle edilenler arasında bir uyumun, sağlıklı bir münasebetin olmadığını gösterir. Fakat konumuz darbeler değil. Konumuz darbeler değil, fakat Türkiye tarihi ve Osmanlının son dönemleri ile alakalı herhangi bir sosyal, siyasi veya tarihi bir konuyu ele almak isteseniz darbelere değinmeden edemezsiniz.  

     

    Sadece Menderes mi sallandı o darağacında? Bir milletin kaderini kadavraya çevirdiler. 60’ta ihtilal oldu. Ve anayasa ile darbeleri sanki kalıcı hale getirdiler. 64’lük sürülenler listesi hazırladılar. Üniversiteler, ilim yuvalarını tarumar ettiler. Türk milletini sindirdiler. Türk milleti belki de sinmemeliydi, direnmeliydi. Kendi evlatlarını ihtilallerin yemesine mâni olmalıydı. Evet olmalıydı ama olmadı. Sorular soru içinde bir kaos lanetlik kaos dönemi açıldı. Tam bir lanetlik dönem. Menderes’i asan kara ruhlarla hesaplaşmak gerekirdi. Ve bu hesaplaşma yaşanmadığı için sosyal bünyemizde açılan yaralarımız kanamaya devam etti.

    Türkiye devletini Milli Mücadele döneminde tabi olarak askerler kurdu. Fakat devlet kurulduktan sonra askeri vesayet bir türlü sivil inisiyatife gücünü ve yetkilerini devredemedi. Özal’ın cenazesinde pankartlardaki “sivil cumhurbaşkanı” vurgusu gerçekten önemliydi.

    Menderes’le ilk defa asker vesayeti delindi. Çünkü dünyanın neresinde askerler, devleti kurduktan sonra yönetimde ağırlıkları devam ettiyse, bu vasatta insan hakları, demokrasi, hak hukuk bodur kaldı, gelişemedi. Devletleri asker kurabilir ordunun zaferleri ile devletlerin temeli atılabilir. Ancak terakki için asker yetkilerini sivil inisiyatife devredebilmelidir.

    Özallı yıllar demokrasi, insan hakları ve sivil inisiyatif adına Türk milletine kaderi planda yanlış gidişattan dönme adına bir kere daha sunulan bir fırsattı. Özal döneminde darbelerin ve bir başbakanı asmanın meydana getirdiği travmadan bütün bütün kurtulabilirdik.  Türk milleti serbest piyasa ekonomisinden tutun da demokratik düzenin ne olduğunu az veya çok Özallı yıllar sebebiyle anlama imkanına sahip oldu. Para kazanmak ne demek dünyaya açılmak ne demek Menderesten sonra tekrar gördü, tattı, yaşadı.

    Menderes ve Özal’ın başlattığı vetire Ak Parti iktidarının ilk yıllarında Hizmet Hareketi ile yeniden şaşılacak şekilde ivme kazandı. Çünkü “Demokrasiden artık dönüş mümkün değildir” diyen kişi bir başbakan veya devlet adamı değil, sivil bir cemaatin hocasıydı. Demokrasi, hak hukuk ve adaletin temininde Hizmet Hareketi’nin büyük etkisi oldu. Şu an seveni ile sevmeyeni, 2010 yıllarında Türkiye’de yakalanan maddi ve manevi seviyeye özlem duymayan yok gibidir. Siyasetten adalete oradan ekonomiye son bir asırlık refah seviyesine başından itibaren Türkiye Devleti, 2010 yıllarındaki yükseldiği seviyeye hiç   bir zaman ulaşamadı. Eğer bu seviye ulaşmada siyasi etkenin yüksek olduğunu düşünüyorsak ayni siyasi yapı 2014’den itibaren varlığını halen daha devam ettiriyor. Devam ettiriyor fakat Türkiye her alanda ivme kaybetmeye devam ediyor. Demek ki 2012 yıllarında itibaren yavaş yavaş önü kesilen Hizmet Hareketi, aynen Menderes ve Özallı yıllar gibi hatta daha fazlası Türk milletinin irtifa kazanarak baharı yakalamasına vesile olmuş en önemli üçüncü etkendir.     

    Milletin seçtiği bir başbakanın idamı ile açılan tahribin tamiri yapılabilir mi, mümkün mü? Sanmıyorum. Özal iade-i itibar diyerek Menderes’in kabrini Topkapı anıtına nakletti. Naklettirdi fakat neredeyse Özal’ın kendisi Menderes’in akıbetine maruz kalmaktan kıl payı kurtuldu. Kıl payı diyorum çünkü Özal’ın ölümü üzerindeki şaibe kıyamete kadar kalkacağa benzemiyor. Su-i kast tertip ettiler de muvaffak olamadılar. İdam yoktu Özal döneminde olsaydı onu da aynı derin güçler idam etmek isterlerdi. Kartal Demirağ’a Özal’ı kurşunlatmadılar mı? Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyordu. Özal da Menderes de Türkiye’ye giydirilen veya giydirilmek istenen kefeni yırtmaya çalıştılar.

    Evet, Türk milletinin önünü dünyaya açan Menderes’i idam ettiler, Özal’ı zehirlediler ve Hizmet Hareketi’ni de Türkiye’de kovulmaktan beter ettiler. Mallarına çöküp gönüllülerini hapislere attılar. Fakat şu var ki her darbe ve ön kesmeden sonra imanımızın sedası daha gür daha tiz perdeden çıkmıştır.  Sanki tarihi ve sosyolojik olaylar, asrımızın başında kürsüsünü kurup zamana hitap eden Zatın tespitlerine göre ilerliyor:

    “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür sada İslam'ın sedası olacaktır” (Tarihçe i Hayat, Bir Rüya) 
    03 Kas 2025 03:04