Kayyım atanan Cumhuriyet

  • Ertuğrul İncekul
  • Ertuğrul İncekul
    16 Eyl 2025 00:28

    ‘’Anayasaları yaşatan veya öldüren şey, içlerindeki kelimecikler değil, dışlarındaki hayattır.” Prof.Dr. Mümtaz Soysal

    Sonunda olanlar oldu. Cumhuriyet Halk Partisine de kayyım atandı. Daralan hukuksuzluk bir ilke daha imza attı. Cumhuriyet’in yüz yıllık yolculuğunda belki de en sarsıcı dönüm noktasına tanıklık ediyoruz. 2007’de yapılan anayasa değişikliğiyle kıvılcımı ateşlenen, 2010 referandumuyla anayasal düzenin itibarsızlaştırılması sonucu hız kazanan ve 2017’de “anayasasızlaşma” adıyla tanımlanan sürecin sonuçlarını bugün çok daha yoğun biçimde hissediyoruz.

    Cumhuriyet, bir asır önce büyük umutlarla ilan edildi. Halkın kendi iradesiyle kendi geleceğini kuracağı, eşitlik ve özgürlük üzerine inşa edilecek bir düzen vaat edildi. Cumhuriyet Halk Partisi CHP ise Cumhuriyet’le özdeşleşti. Ama bugün görüyoruz ki bu düzen kâğıt üzerinde kaldı. Çünkü adalet yerine güce yaslandı. Ve gücün gölgesinde kalan hukuk, her defasında otoriterliğe, zamanla da diktatörlere yenik düştü.

    Tarihimizin karanlık sayfaları bu gerçeği apaçık gösteriyor.

    Varlık Vergisi’nin sebep olduğu ekonomik kıyım, Ermeni Soykırımı, Dersim Katliamı’nın acısı… İstiklal Mahkemeleri ile kurulan baskı düzeni ve susturulan binlerce aydın. Sonra Menderes’in idamı. Ardından darbeler, muhtıralar, faili meçhuller. Devletin halka güvenmediği, halkın da devlete inanamadığı bir kısır döngü.

    Yakın tarihte ise 17-25 Aralık’la devlet içindeki çürüme açığa çıktı. 15 Temmuz, sadece sivil iradeye değil, orduya ve hukuka da vurulmuş büyük bir darbeydi. Ülkenin on binlerce namuslu evladını acımasızca yiyen devletin bağrındaki ejderhayı gözler önüne serdi. Cumhuriyet’in hâlâ ne kadar kırılgan, hukukun ne kadar sözde olduğunu bir kez daha hatırlattı.

    Cumhuriyet, kâğıt üzerinde evrensel değerlerle donatılmış olsa da, uygulamada çoğu zaman güce yaslanan bir hukuk anlayışına teslim oldu. Gücün yüceltilmesi, adaletin ötelenmesi, her dönemde otoriterleşmeyi ve sonunda otokrasiyi beraberinde getirdi.

    Kanayan Yaralarımız

    Cumhuriyet’in erken yılları, “tek millet, tek devlet” anlayışının en sert yöntemlerle inşa edildiği yıllar oldu. Varlık Vergisi, Ermeni Soykırımı, Dersim Katliamı ve İstiklal Mahkemeleri, bu devletin kendi yurttaşına nasıl acımasızca davrandığının göstergeleridir. Cumhuriyet, eşit yurttaşlık söylemiyle kuruldu; ama daha ilk adımlarında farklı kimlikleri yok sayarak “resmî vatandaş” kalıbına uymayanları, daha doğrusu kendisi gibi düşünmeyen ve tehdit gördüklerini ezdi.

    Sonraki yıllar da bu zinciri kıramadı. Menderes’in idamı, askeri darbeler, muhtıralar, Susurluk kazası, faili meçhuller… Devletin demokrasiye değil zorbalığa yaslandığını defalarca kanıtladı.

    İlkeler paradoksu 

    Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri özgürlük, eşitlik, laiklik ve halkın kendi kendini yönetmesiydi. Ama pratikte halkın rolü, çoğu zaman sandık başında oy vermekle sınırlı kaldı. Bu ülkede gerçek yurttaşlık, sadece resme ve büste saygıyla ölçüldü; ama adalet talebi, insan hakları ya da demokrasi isteği “tehdit” olarak damgalandı.
    Oysa Cumhuriyet’in gerçek anlamı, özgür bireylerin bir arada eşit haklarla yaşayabilmesi demektir. Bunun için sadece hukuki metinler yetmez; uygulanabilir, evrensel insani değerlere dayalı bir sistem gerekir.

    Kültürün Ortaklığı, Siyasetin Çatışması

    Sanat, mimari, mutfak ve kültür alanında halklar iç içe geçebilirken, kaynaşırken; seküler faydacı siyasiler  ve dini araçsallaştıran sözde dindarlar, tarih boyunca savaşı ve baskıyı besledi. Oysa insanlığın ortak ihtiyacı; eşit gelir dağılımı, huzurlu bir yaşam, ırk, din ya da sınıf ayrımı yapmadan dayanışmayı öne çıkaran bir dünya düzenidir.

    Bugün geldiğimiz nokta, Cumhuriyet’in yalnızca bir “devlet aklı” projesiyle sınırlı kaldığını, belli elitlerin savunduğu ama halka indirgenemeyen bir sistem haline geldiğini gösteriyor. Toplumun hayalini kurduğu dünyaya tam anlamıyla cevap veremediği ortada.

    Gerçek Cumhuriyet ve CHP

    Bugün hâlâ ifade özgürlüğünden basın özgürlüğüne, kadın haklarından insan hakları endekslerine kadar en temel alanlarda çok gerideyiz. Hukukun üstünlüğü yerini hukukun gücüne bırakmış durumda. Cumhuriyet’in idealine ulaşamadık, çünkü onun ruhunu; eşitlik, özgürlük ve adaleti gerçek anlamda içselleştirmedik.

    Son günlerde bir “kayyım cumhuriyeti” olduk. Cumhuriyetçi hukuk anlayışının yerini güç odaklı müdahalelere bırakma eğiliminin somut örneklerini görüyoruz. İstanbul’da CHP’ye mahkeme kararıyla atanan kayyım heyeti, parti üyelerine polis zoruyla ve biber gazıyla müdahale ederken; medya dünyasında Habertürk, Show TV ve Bloomberg HT gibi kuruluşların da aralarında bulunduğu 121 şirkete TMSF kayyım olarak el koydu. Bu, adaletin değil, gücün hukuka müdahalesidir. Açgözlü rejimin kendi zengin ettiklerini de yemeye başlamasıdır.

    Gerçek Cumhuriyet, ancak evrensel insani ve hukuki değerlere ulaştığımızda; devletin değil halkın çıkarını koruduğunda, ayrımcılık yapmadığında kurulacaktır. Yani, az gittik, uz gittik, ama henüz yolun başındayız.

    16 Eyl 2025 00:28