2023 yılının Eylül ayında Time To Help derneğinin bir yardım organizasyonunda fotoğraf çekmek için Kenya’ya gitmiştim. Yaklaşık 10 gün orada kalmış; yetimhane yenileme, su kuyusu açma, hijyen ürünleri ve gıda paketleri dağıtma gibi faaliyetlere katılmıştım. Maksadım bu kıymetli faaliyetleri en güzel şekilde fotoğraflamaktı. Fakat yetimhanenin kapılarını araladığımızda duyduğum hikayeler ve su kuyusu açarken karşılaştığım dramlar bu yardımların çok daha fazlasını yapmamız gerektiğini haykırdı yüzümüze…
Kızın odası tam istediği gibi oldu!
Oğlana yeni bilgisayar aldık…
Bizimki çok seçici, her şeyi yemez.
Bizim kız kaç yaşına geldi, yemeğini hala ben yediriyorum.
Bizim oğlan da masal okumazsam asla uyumuyor, bir de bu aralar bizimle yatma modası çıkardı.
Z kuşağı çok fena geliyor, ne istediklerini biliyorlar!
Ebeveynlerin bir araya geldiğinde, bu cümleleri sıkça duyduğum bir atmosferden gitmiştim Kenya’ya . İlk gün yetimhanedeki çocukların yatakhanelerini görünce, haykırarak ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Yatak süngerleri oldukça eskiydi ve bir yatakta yaşlarının küçüklüğüne göre 2 veya 3 çocuk aynı anda uyumak zorundaydı. Bırakın bir odayı, bir yatağa bile sahip değillerdi. Uyurken masala ihtiyaç duymuyorlardı, her biri kendi trajik masalının kahramanıydı zaten. Yatağında uyuyamayınca gidecek anne baba odası da yoktu! Onun yerine aynı kaderi paylaşan arkadaşına sarılıyorlardı. Yemek konusunda seçici olmak akıllarından bile geçmiyordu. Zaten günde bir öğün ancak yiyebiliyorlardı, o da mısır lapası ve yavan bir sebze yemeği... 19 yaşındaki de, 2 yaşındaki de yemeğini kendi yiyordu. Nazlanacak veya başını bekleyecek kimseleri yoktu orada. ‘Ben bunu sevmiyorum!’ veya ‘biraz daha alabilir miyim?’ cümlesi de orada hiç duyulmuyordu. Çünkü biliyorlar ki yemeği sevmezse aç kalacak, fazlası istese verilmeyecekti. Tüm bu manzaraların arasında biri vardı ki onun tüm ihtiyacı huzurlu bir kucaktı. Yaşı bilinmeyen ‘neredeyse iki!’ denilen Haci. Yetimhaneye kısa süre önce bırakılmış ve hala oraya alışamamış olan, anne baba kucağı arayan Haci. Zaten onu gördüğüm andan beri beni kucağına al der gibi bakışını görüyordum. Bulduğum ilk fırsatta kollarımı açıp onu çağırdım, diğer çocukları yara yara öyle bir gelişi vardı ki dünya durdu resmen o an. Günler sonra bir kucak için geliyordu Haci. Yavru bir koalanın annesine tutunması gibi öyle güzel öyle sıkı sarıldı ki bırakmam mümkün olmadı! Zaten onca gürültüye rağmen kısa süre sonra da başını omzuma koydu ve uykuya daldı. Rahatsız etmemek için bir köşeye oturdum ama artık kendimi tutacak halim kalmamıştı. Haci”nin bundan haberi olmadı… O, günler sonra bir ebeveyn kucağının huzurunun keyfini çıkarıyordu. Sonraki günler artık çağırmadan geliyordu. Ya huzur bulmak için koşuyordu ya da onu bir gece yarısı kedi yavrusu gibi karton kutu içinde yetimhane önüne bırakan ebeveyninin kokusunu arıyordu.
Birkaç gün sonra özenli bir şekilde abdestini alan terbiyeli bir gence takıldı gözüm. Biraz daha dikkatli baktığımda okula giderken giydiği pantolonunu çöpten bulduğu üç farklı iple bağladığını fark ettim. Yaşını sordum, 17 dedi. Bir an kaldım, aynı yaştaki oğlum geldi gözümün önüne. Bir yandan belindeki ipe bakıyor bir yandan oğlumun hayat standardı geliyordu aklıma! Ağlamamak için bir bahane ile kaçtım yanından… Yaşı itibariyle o da ergendi, Z kuşağıydı fakat asgari ihtiyacını sağlamaktan ergen gibi davranmak aklına bile gelmiyordu. Zaten onlar bir gecede büyüyen yetimhane çocuklarıydı. Babası trafik kazasında vefat edince annesi 5 çocuğundan üçünü yetimhaneye bırakmaya karar vermiş. Hamza da bırakılanlardan sadece birisi. O günden beri ne kardeşlerini ne de annesini görmüş. Yetimhaneye geleli 7 sene olmuş ama hala alışamamış. Çünkü artık koca dünyada tek başına! Ne yolunu gözlediği babası, ne ona kemer alacak annesi, ne de beraber uyuduğu kardeşleri var yanında... Sahip olduğu en büyük şey koca bir iyi yürek, çünkü hiç isyan etmiyor. İki hayali var; okuyup doktor olmak ve cennette tekrar babasıyla buluşmak. Sonraki gün fotoğraf çekme bahanesiyle onu yatakhaneye götürdüm ve birkaç tane kemer alabileceği parayı koydum cebine, tıpkı eskiden babasının ona harçlık vermesi gibi…
Fotoğrafçılıkta ‘anı yakalamak!’ tabiri çok kullanılır. Yani kurgu bir pozdan ziyade önemli bir anı en doğal haliyle yakalamak çok kıymetlidir. Bir su kuyusu açılışında ben bu anı yakaladım fakat ağlamaktan elim titrediği için fotoğrafını çekemedim! Zaten fotoğrafı bırakıp o an bir şey yapmam gerekiyordu. Sabahın erken saatinde kalabalık bir okula gittiğimizde yardım dağıtacağımızı düşünmüştüm fakat kısa süre sonra kuyu açılışı yapacağımızı öğrenince çok şaşırdım. Yaklaşık 1300 öğrencinin eğitim gördüğü bir okulda su yokmuş bunca zaman. Çocukların yüzlerine baktığımda olmayan sadece su değildi! Yırtık ayakkabılar, yeterli beslenememiş soluk simalar ve delip geçen bakışlar…Seremoni başladığında
öğrenciler durumu bildiğinden bizi coşkuyla karşıladılar, yerel danslarını sergilediler ve suyun önemine dair kısa konuşmalar yaptılar. Ve beklenen an geldi, musluklardan sular akmaya başladığında ve müziğin sesi duyulduğunda ‘yok!’ olan her şey unutuldu ve binlerce çocuk aynı anda dans etmeye başladı! Sanki kurak topraklara aylar sonra yağmur yağıyordu. Bir süre sonra ise öğrenciler musluklara hücum etti. Bu anları fotoğraflamak için konuşlandığımda gördüklerim bir yumru gibi oturuyordu boğazıma, çünkü çöpten buldukları su veya asitli içecek şişelerine dolduruyorlardı sularını. Bir tanesinin bile suluğu yoktu. Çocuklarıma kaç tane suluk aldığımı hatırlamıyorum veya evde kaç tane suluk olduğunu… Ya da sadece arabada durması için alınan sulukları…
Her şeye rağmen fotoğraf çekmeye devam ettim, çok güzel ‘suya kavuşma anları’ yakaladım. Fakat kısa süre sonra görevli muslukları kapattı ve öğrencilere sınıflara girmelerini söyledi. Sularını alıp mutlulukla giden öğrencilere bakarken biraz uzakta ağacın arkasında bir kızı fark ettim. 6-7 yaşlarında çelimsiz, masum bir kızdı. Elinde kocaman bir bidon öylece mahsun bir şekilde kalakalmıştı. Belli ki evlerinde su olmadığı için anne babası onu bidonla okula göndermişti su getirmesi için. Boyu kadar bidonla kim bilir ne kadar sürede evine gidecekti. Fakat önce o bidonun suyla dolması gerekiyordu. Görevliye biraz daha fotoğraf çekme bahanesiyle muslukları açtırdım. Kıza da hemen işaret ettim. Kız bir zafer edasıyla geldi ve bidonunu doldurdu bana minnetle bakarak. Görevli ‘hadi çek!’ der gibi bana bakıyordu fakat benim fotoğraf çekecek takatim kalmamıştı... Bidon doluncaya kadar uzun uzun bakıştık sadece. Suskunluğumuz saatlerce konuşmaya bedeldi aslında.
Ve yetimhanede son gün!
Bina neredeyse yenilendi, duvarlar boyandı, banyo ve tuvaletlere kapılar takıldı! Sağlam bir temizlik yapıldı, yatak süngerleri yenisiyle değiştirildi, mis gibi nevresimler serildi. Sonrasında ise çocuklara yeni kıyafetler giydirildi. Çocuklar mutlu ve heyecanlı görünüyorlardı çünkü günler sonra et yiyeceklerdi. Son günün fotoğraflarını çekmek için konuşlandığımda bütün yüzlerin güldüğünü fark ettim. Çünkü kısa bir süre de olsa normal bir çocuk gibiydiler. Bir hafta öncesindeki kasvetli havadan eser yoktu. Çocuk olduklarını hatırlamışlar, neşe içinde koşup oynuyorlardı. Sanki bir bayram havası vardı. Haci, sarı tişörtünün içinde bambaşka bir çocuk gibiydi… Hamza kendine kemer almış daha vakur görünüyordu. Ve şunu anladım ki, biz ‘Time To Help’ demezsek, el uzatmazsak bu yüzler gülmeyecek. Haci’nin bizden başka uyuyacağı bir omuzu yok… Bir kemeri bile olmayan Hamza’ya el uzatabilirsek belki doktor olacak, okullara veya köylere su kuyuları açtığımızda kız çocukları boylarından büyük bidonları taşımaktan kurtulacak. Kurbanda onları unutmazsak et yiyebilecekler. Ve dahası biz bağış yaparsak o masum yüzler hep gülecek.