Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih 'Sana asla haram yetirmem' başlıklı yeni köşe yazısında İslam büyüklerinden Abdulkadir Geylani'yi anlattı.
Yetiştiği çevre ekseriyetle Nakşî olan Bediüzzaman Hazretleri, Cevşen-i Kebir’de de Nakş-ı Bendî Hazretlerinin Evrad-ı Kudsiyesini ilâve edip hem kendisi hem de talebeleri her gün okudukları halde, çocukluğundan itibaren hep Abdülkadir Geylanî ile sıkı irtibatta bulunmuştur. Hatta Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli kitabında Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin keşif ve kerametlerine büyük yer ayırmıştır.
İran’ın Geylan kasabasına yakın Nif köyünde H. 471’de doğan Geylânî Hazretleri çocukluktan itibaren farklı bir şekilde güzelliklere mazhar surette yaşamasına devam eder. Annesi Fâtıma ve dedesi Abdullah son derece dikkatli ve titiz bir şekilde zühd ve takva hayatı yaşarlar. Bu yaşayış evlatları Muhyiddin (Abdülkadir) üzerinde de kendisini göstermektedir.
Tahsil edebilecek yaşa gelince, bu şiddetli tahsil arzusunu annesine söyler. O da bu isteği kabul etmek zorunda kalır. Ama, şöyle bir tenbihte bulunur.
“Şimdiye kadar ben asla sana haram süt emzirmedim ve asla haram bir lokma yedirmedim. Sen de buna uygun bir Müslümanlık yaşayacaksın; zararına olacak bile olsa asla yalan söylemeyeceksin ve doğruluktan da hiç ayrılmayacaksın.” İhtiyaç çantasını hazırlayan anne, ayrıca yol harçlığını da cübbesinin koltuğu altına dikiverir…
Bir kervana katılan oğul, Bağdat’a doğru yola düzülür. İki gün sonra kervanın önüne eşkıyalar dikilir. İlk karşılaştığı bu olaya hayretle seyirci olan küçük Abdülkadir, Eşkıya reisinin dikkatini çeker. Gerçi silahlı haydutlar milletin değerli eşya ve paralarını almışlardır ama Abdülkadir’in bu durumuna bakıp lâf olsun diye “Senin de paran var mı?” der. O da “Var!” deyince “Ne kadar?” diye o sorunca “Kırk dinar” der. Haydutlar hemen üzerini ararlar ama bir şey bulamazlar. Eşkıya reisi: “Çocuk, galiba sen kimlere muhatap olduğunu bilmiyorsun?” diye çıkışması üzerine: “Ben asla yalan söylemem. Annem düşürmeyeyim diye cübbemin koltuğunun altına yerleştirmişti.” der. Gerçekten tam dediği yerde 40 dinarı bulurlar. Reis: “Yahu sen hiç param yok deseydin, geçip gidecektim. Niye söyledin ki?” diye sorar. O “Söylemem lâzımdı çünkü anneme yalan söylemeyeceğim üzere söz vermiştim.” deyince, “Be çocuk senin yalan söylediğini annen nereden bilecekti ki!” diye alaylı sözüne de: “Annemin bilip bilmemesi mühim değil ki… Her şeyi Allah bilmiyor mu? Hatta şu senin yaptığın soygun ve çapulculuktan da Allah’ın haberi yok mu zannediyorsun? Bunların hesabını bir bir sormayacak mı?” diyerek cevap veriyor.
Bu samimi ve derin sözleri cesaretle bir çocuğun söylemiş olması kendisine tesir etmiş olmalı ki, biraz düşündükten sonra, diğerlerine der ki: “Artık bu işin sonu geldi. Bu çocuktan alınan 40 dinarla beraber kervandan alınanların hepsini geri verin. Hep beraber tevbe edip Allah’a yönelelim!” der.
Tahsil için geldiği ilim ve irfan merkezlerini ziyaretler ederek, sonunda Bağdat şehrinde, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinden icazetini alır. Ama uzman olduğu bu ilim dallarından diplomalarını aldıktan sonra irfan ummanına dalmak için zühd ve takvâ yoluna girer.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ele aldığı İKİNCİ NEFİSTEN de söz açan Abdülkadir Geylanî Hazretleri şöyle der:
“Hayatımın on bir senesini inzivâda geçirdim. Uzun zaman aç kaldım, susuz bekledim. Bu sıralarda nefsim ve şeytanın, bana dayanılmaz tazyikler yaptı, akla gelmedik hileler kurdu. Hatta bazan gaybdan sesler gelir gibi: ‘Ey Abdülkadir kulum sen artık eriştin, vazgeç bu nefsin cihadından, sana haramı mübah kıldım. Herşeyi yapabilirsin’ denirdi. Ben bunun şeytandan geldiğini bilir, nefsimin sahip çıktığını anlar, tevbe ve istiğfar ederek tuzağa düşmemeye gayret ederdim. Irak’ın sahralarında, uzun zaman dolaştım, aç kalınca ot kökleri yedim, yapraktan kendime yemek yaptım. O günlerde ne halk ben tanırdı ne de ben halkı…”
Abdülkadir Geylanî Hazretleri bu nefis cihadını ömrünün sonuna kadar devam ettireceğini anlatırken de şunları söyler:
“Her ne zaman nefsimle, cihada girişip de onu o an öldürsem, işi bitmiş sayman. Zira nefis tekrar dirilir, yeniden baskı yapmaya başlar. Nefis bir defa ölmekle yok olup gitse, onunla cihad sevabı da bir defaya mahsus kalır. Halbuki, nefis ölmeyecek ki, cihad son nefese kadar devam etsin, onun her yenişte yeni bir cihadı kazanan insan ömrü boyunca cihad kazanma sevabıyla makamını yüceltme fırsatı bulsun.”