İbrahim Bizi Bırakma!

İbrahim Bizi Bırakma!
Samanyoluhaber.com yazarlarından Harun Tokak, 20'inci yüzyılda İslam'ın önemli simaları arasına giren Abdürreşid İbrahim'i 'İbrahim Bizi Bırakma' başlıklı köşe yazısına taşıdı.

İbrahim Bizi Bırakma!

Onun adını ilkin Fethullah Gülen Hocaefendi’den duymuştum.
Hocafendi, Ege Camilerinin kürsülerinde dünyanın büyük sarsıntılar geçirdiği 20. yüzyılda İslam’ın ıstırabını çeken Bediüzzaman, Muhammed İkbal, Mehmed Akif, Hasan el Benna, Necip Fazıl, Süleyman Hilmi Tunahan gibi bir elin parmaklarını geçmeyen büyük aksiyon adamlarını anlatıyordu.
Bu kahramanların arasında baş döndürücü aksiyonuyla Abdürreşid İbrahim’in ayrı bir yeri vardı.
“Dava insanı bir Abdürreşid İbrahim gibi olmalı,” diyordu Hocafendi, “Evine veda edip, çekip gitmeli. Ve bir daha da dönmemeli. Eğer bugün Asya’da irşad adına üç bin tane, dört bin tane insan gidip; oralarda ölür, geriye gelmezse, Asya’da kırk milyon insan dirilir.”
Abdürreşid İbrahim haritaları katlayan değil, onlara yeni çizgiler ekleyen adamdı. Bir sabah cami avlusunda bir vaiz, ertesi gün Pasifik kıyısında bir elçi; kimi zaman bir gazete sütununda kelimelerle, kimi zaman bir meclis kürsüsünde fikirlerle savaşan bir aksiyon adamı... Yolculuk onun için bir mesafe değil, bir dava; her yeni durak, yürüyüşüne eklenen yeni bir yankıdır.
 İlk tahsilini köyü Tara’daki medresede yapıyor.
Küçük yaşta anne ve babasını kaybediyor. 
Kazan'da Kışkar medresesinde okurken pasaportunun süresi doluyor. 
Hapse atılıyor.
Bu onun hayatındaki dönüm noktalarından biri oluyor.
 Hapishanede Rus hükümeti tarafından tutuklanmış çok sayıda Müslüman Türk'le tanışıyor.
Hapisten çıktıktan sonra bir Tatar zengininin hizmetkârlığını üstlenerek kutsal topraklara gidiyor. 
Peygamberin komşuluğunda beş yıl tahsil yapıyor. 
Medine’den dönünce hocası, “İbrahim bana ne getirdin?” Diyor.
 “Efendim size Cezayir, Malezya, Endonezya Müslümanlarının selamlarını getirdim.” 
 “İşte evladım ben de senden bunu bekliyordum. Dünya Müslümanları uyuyor onları uyandırmanı istiyorum.”
Medine’de tahsil gördüğü için köylüler ona büyük itibar gösteriyor.
Onu köye bağlamak için evlendiriyorlar.
 İhtişamlı bir törenle medreseye müderris yapıyorlar. 
Abdürreşid İbrahim, Köyündeki bazı istidatlı talebeleri tahsil için Medine’ye götürüyor.
 Bu Rusya Müslümanları için bir ilktir.
Köyüne dönünce bu defa da yanına aldığı on talebeyle İstanbul’a geliyor.
Onları da Darüşşafakat'ül İslamiye’ye yerleştiriyor.
Diğer bölgeler bunu duyunca ‘’Bizim çocuklarımızı da gönder diyorlar!’’ 
İstanbul’a bir öğrenci akını başlıyor.
Bir süre Orenburg Şeri Mahkemesi’nin başkanlığını yapıyor. 
İstanbul’da çıkan Umran gazetesinde "Rusya Müslümanlarının İstikbali" adıyla seri makaleler yayımlıyor. 
 Livaul Hamd ve Çolpan Yıldızı risalelerini bastırıyor. Bunları Rusya Müslümanlarına dağıtıyor. 
Petersburg’a gidip İçişleri ve Maarif bakanlarıyla, Avrupa’ya giderek değişik mahfillerle görüşerek Rusya Müslümanlarının sorunlarını dile getiriyor.
Filistin, Hicaz, Mısır, İtalya, Avusturya, Fransa, Bulgaristan, Yugoslavya, Batı Rusya'yı geziyor.
Kafkasya, Maveraünnehir, Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Sibirya bölgelerini dolaşıyor. 

Toplantılar yapıyor, sohbetler ediyor.
“Kızlarının, ‘’Baba ne zaman döneceksin?’’ sözü bir kor gibi yüreğini yaksa da bir Sibirya akşamında başlayan gemi yolculuğu onu Japonya’nın aydınlık limanlarına taşıyor.
Koca ülkede yapayalnızdır. Japoncası da yoktur.
Çaresizlikten, pek çok vakitleri dağlarda geçiriyor.
 Fuji Dağı'nın eteklerinde bir mecnun gibi dolaşıyor, bir başına ezan okuyor, namaz kılıyor, dualar ediyor.
Tıpkı yüreği gibi yanıp duran yanardağları uzaktan seyrediyor.
Bir gün bir Fransız gemisinden duyduğu ezan sesiyle kendinden geçiyor. 
“Bütün Japonya bu sesi duymalı!” diyor.
Nikola adında bir misyonerin kırk beş yıl önce Japonya’ya gelerek üç yüz binden fazla insanı Hristiyan yapması da gayret atını kamçılıyor.
Fakat Nikola'nın arkasında koca bir devlet vardır.
Onunsa; yola çıkarken eşten dosttan borç bulduğu 20 bin rublenin dört binini de tam ayrılacağı sırada, “Baba dört bin ruble lazım!“ diyen kızına vermiş, kalanıyla da Japonya'ya zor gelmiştir.
Yokluklar ve yalnızlıklar bu müthiş insanı yıldırmıyor. Yardan’a sığınıyor, dualara sarılıyor.
Ve bir gün yüreğine umut olacak bir cevap geliyor dualarına.
Ohara isminde bir Japon diplomat Müslüman oluyor.
Fuji dağlarını eteklerinde bir çiçek açıyor.
“Senin adın Ebu Bekir olsun,” diyor. 
Onu başkaları takip ediyor.
Tokyo gecelerinin bağrından sabaha giden bir aydınlık akmaya başlıyor. 
Japonya'nın şehirleri arasında mekik dokuyor.
İmparator ailesi ile irtibat kuruyor.
İstanbul'a giden Japon prensi ile Sultan Abdülhamit'e mektup yazıyor;
“İngilizce veya Japonca bilen on kişi göndermeniz hâlinde bütün bir Japonya baştan aşağı Müslüman olabilir,” diyor.
Koca sultan, “Ben, onun istediği evsafta insan bulsam Anadolu'ya gönderirim,” diyor. 
İş başa düştü diyerek, Japonca ve Fransızca öğreniyor.
Ne acıdır ki Rusya’nın baskısı sonucu Japonya’dan ayrılmak zorunda kalıyor.
Geçtiği istasyonlara akın eden insanlar gözyaşları içinde bağırıyorlar;
“İbrahiiiiim! Bizi bırakma!” 
Her geçtiği istasyonda bedeninden bir parça kopuyor sanki. Kalbi parça parça oluyor.
 Kaç faniye nasip olmuştur böyle bir saadet…
Koca ülke, “Bizi bırakma!” diye arkasından sesleniyor.
Bırakın koca ülkeyi; bir şehir, bir mahalle, bir sokak, bir site, hatta bir kapı komşusu bile gittiğinden haberi olmayan insanları düşündükçe, Abdürreşid İbrahim gözümde devleşiyor.
O günlerde Osmanlı baba ocağı gibidir. 
Lakin Âlem-i İslam'ın üzerine çöken ümitsizlik kâbusu İstanbul'u da esir almıştır.
Sovyet hükümetinin baskıları sonucu İstanbul hükûmeti Abdürreşid İbrâhim’i Ruslara teslim ediyor.
Odessa'ya götürülüp, hapsediliyor.
Rusya Türklerinin büyük baskısı sonucu serbest bırakılıyor.
Petersburg’a yerleşiyor. 
“Ülfet” adında bir dergi çıkarıyor. Dergi bütün Rusya’da büyük bir ilgiye mazhar oluyor. 
Çarlık dergiyi kapatıyor. 
Yollar yine onu çağıyor.
Batı ve Doğu Türkistan’ı kapsayan bu gezi tam bir yıl sürüyor. 
Yine bir sonbahar sabahı Sibirya üzerinden Moğolistan-Mançurya’ya, Japonya’ya ve Kore’ye gidiyor.
Çin’e uğruyor.
Oradaki Müslümanların hâlini görünce çok üzülüyor. 
“Ah! Biçare İslamiyet, neler gelmiş başına? Milyonlarca Müslüman ne halde? Bunları gören rahat uyur mu?” diyor.
Singapur’da büyük bir coşku ile karşılanıyor. 
Vaazlar veriyor, toplantılar yapıyor.
Hindistan’a gitmek istiyorsa da parası bitiyor.
Durumu fark eden Müslümanlar biletini alarak onu trenle Hindistan’a uğurluyor.
İngilizler, rahatsız oluyor; peşine casusular salıyorlar, nezarete atıyorlar.
Bombay’dan gemi ile Hicaz’a hareket ediyor.
Hac dönüşü İstanbul’da Sultanahmet civarında bir eve yerleşiyor.
Başta Bediüzzaman, Mehmet Akif ve Eşref Edip olmak üzere İstanbul âlim ve aydınlarıyla arasında derin bir dostluk oluşuyor.
Akif’e bir gün; “Ah Akif!” diyor, “Bütün Asya’yı, Afrika’yı gezdim, senin gibi bir şair görmedim. Sen bütün Asya’yı, Afrika’yı dolaşmalısın. Buzlu steplerde, kızgın çöllerde yaşayan Müslüman halkların ahvalini yakından görmelisin. Senin şiirlerin ilkbaharın feyzi gibi donmuş ruhlara yeniden hayat verir.”
İstanbul’da konferanslara katılıyor.
Bazan 5 bin kişiyi bulan bu konferanslarda gezdiği yerlerdeki izlenimlerini anlatıyor.
Halk büyük bir heyecanla dinliyor.
Lakin koca Devlet-i Aliye başını yastıktan kaldıramayan hasta bir adam gibidir.
Mehmet Akif “Süleymaniye Kürsüsü”nde bu müthiş insanı anlatıyor. 
Eşref Edip onun hatıralarını yayımlıyor. 
Hatırat kapışılıyor.
İtalyanlar Libya’ya saldırınca Ömer Muhtar’ın yanına koşuyor.
Ruslar Doğu’dan saldırınca Sarıkamış’a Mehmetçiklerin yardımına koşuyor. 
Bir ara Almanya’ya giderek Müslüman esirler arasında dolaşıyor. Onları Osmanlı’nın yanında olmaya ikna ediyor. 
Avrupa’da katıldığı toplantılarda mazlum Rusya Müslümanlarının sesi soluğu oluyor. 
Stockholm’de kurulmuş olan “Yabancı Milletler Cemiyeti”nde Rusya’daki Müslümanların temsilciliğini yapıyor.
Bir İstanbul ziyaretinde Üstad Bediüzzaman'a İsveç, Norveç, Finlandiya ile ilgili izlenimlerini anlatıyor.
Bediüzzaman Tarihçe-i Hayat’ında onun hissiyatına yer veriyor;
"İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere'nin Kur'an'ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika'nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükûmetleri Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan'ı arayacaklar..."
Birinci Cihan Harbi sona erince İstanbul’dan ayrılarak köyü Tara’ya dönüyor.
“Biri erkek diğeri kız olmak üzere iki mektep açıyor.  
Bolşevikler mektepleri kapatıyor. 
Dur durak bilmeyen bu küheylan yanına oğlu Ahmed Müfid’i de alarak Uygur diyarına doğru yola çıkıyor.
Uygur şehirlerini baştan başa dolaşıyor. 
Sohbetler, vaazlar veriyor.
Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması her yerde olduğu gibi Türkistan’da da çok büyük bir sevinçle karşılanıyor.
“İnsanlar camilere koşuyor. Şükür secdesine kapanıyor. Birbirlerine sarılarak ağlıyor.
Bolşevik idarenin şovenizme dönüşmesi üzerine Rusya’dan ayrılmak zorunda kalıyor.
Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Bögrüdelik köyüne yerleşiyor.
Burada çiftçilik yapmaya başlıyor. 
Ne acıdır ki genç cumhuriyeti yönetenler de onu rahat bırakmıyor. Polis adım adım takip ediyor.
Zaten aklı fikri İslami hizmetlerin ilk tohumlarını attığı Japonya’dadır.
İbrahiiim bizi bırakma!” sesleriyle bölünmektedir uykuları.
1933 Ağustos’unda ailesiyle Japonya’ya doğru yola çıkıyor. 
Orada büyük bir coşku ile karşılanıyor.
Yarım kalan hayali olan Tokyo Camii büyük bir törenle açılıyor. 
İlk vaazı ve ilk hutbeyi o veriyor. 
Uzun yıllar o camide fahri görev yapıyor. 
90 yıla yakın dopdolu bir hayat onunkisi. 
Yüreğindeki yangınlar onu kıtadan kıtaya koşturuyor ve onu bir “yanardağ” haline getiriyor.
Nihayet yorgun bedeni daha fazla dayanamıyor. 
1944 Ağustos’unda yaz sessiz ve sakin veda ederken o da bu dünyaya veda ediyor. 
Bir Japonya seyahatimde kabrine uğradığımda, mezar taşında “Sibirya Türklerinden Abdürreşid İbrahim” yazıyordu.
Çantasına yalnızca birkaç eşya değil, bir milletin uyanış özlemini, bir ümmetin diriliş rüyasını sığdıran bu müthiş adam sessiz ve sakin yatıyordu.
Tarih böyledir işte; sana sorar:
‘Sahi, kimsin? Kim olacaksın?’
Hayalin ne? Hangi toprağı öpecek başın? 
Yoluna başını koyabileceğin bir hayalin peşinden yürüyor musun?’’ 

  




17 Ağustos 2025 10:22
DİĞER HABERLER