Haya duygusu Ozon tabakası gibidir

Haya duygusu Ozon tabakası gibidir
Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını "Haya duygusu Ozon tabakası gibidir" başlığı ile kaleme aldı.
İnsanda HAY  duygusu OZON  tabakası gibidir. Bu duygu yırtılınca zararı çok olur…   Hayâ, imandandır. Tahkîkî iman, hayâ duygusunu da tahkim eder.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, kâinat kitabını okuyup, sayfa  sayfa teftiş ederek, derin bir tefekkürle Cenab-ı Hakkın Güzel İsimlerini (Esmâ-î Hüsnâyı)  müşâhede ve İlâhî sanatları temâşâ eden bir zâttı. O, yüce dağ başında, başı dumanlı ve beline kadar sis kaplamış asrın dertlisidir.

         **               *                *

         Osmanlıların ilk uçaklarının pilotları, denemeleri için Kudüs’e giderken, hava boşluğuna kapılıp Şam’da düştü. İşte bu hava şehitleri Şam’daki Salâhaddin Eyyûbî’nin yanına gömüldüler.

         **                       *                *

         Reşit Haylamaz Hocamız bir programda anlatmıştı:

         “Bedir Savaşında esir alınanları, Efendimiz (S.A.S.)  Medinelilerin evlerine dağıtmıştı. Bilerek akrabalarının yanına gitmelerini tercih etmiş ve ‘Herkes esirine iyi davransın; yediğinden yedirsin, içtiğinden içirsin.’ buyurdu. Bu esirlerden birisi daha sonra şunları söylemişti: ‘Hz. Peygamberin  (S.A.S.) bu emrinden sonra, bize çok iyi davrandılar. Hatta yiyeceklerin en iyisini bize verdiler.  Bir seferinde biz de onlar da çok aç idiler. Ama evlerinde bir kişilik yiyecek vardı. Onu bana verdiler. Utancımdan ben onu yanımdakine verdim. Onlar da utanıp birbirlerine verdiler. Sonunda o yiyecek yine bana geldi. Bu durum bana çok tesir etti ve Müslüman olmama sebep oldu!”

         **               *                *

         Batı Trakya’da ahvâl-i şahsiye hususunda Yunan Devleti Müslümanları serbest bıraktı. Yani Batı Trakyalı Müslümanları, isterlerse, şahsî işlerini, nikahlarını tamamen İslama göre yapabilirlerdi.

         **               *                *

         Karafî ismini, Üstad Hazretlerinin 1911’de basılan Muhakemat isimli eserinde (Kaf Dağı ile ilgili konuda bahsediyor;) ilk defa orada görmüştüm. 1992’de Amerika’ya giderken, Amerikalı Faruk Abdullah isimli bir profesörün röportajını okumuştum. Annesi-babası ateist olan bu zat bir Türk arkadaşı vasıtası ile İslâmiyeti tanımış ve ihtida etmiş…  Mâlikî Mezhebinden bir müctehid olarak,  Karafî üzerine doktora çalışması yapmış ve İslamî bir cemaatin başkanı olmuş…

         1880’li yıllarda New York’ta “Hak Dini Araştırma Derneğini kuran Alexander Russel Webb… Amerikan Başkanı olan arkadaşı kendisini Filipinlere Başkonsolos olarak tayini ile gönderiyor, orada Müslümanlarla tanışıyor. Sonra Hindistanlı Müslümanlarla görüşüyor ve görevinden istifa ederek Filipinlerden Hindistanlı Müslümanların yanına gidiyor,  orada konferanslar veriyor. Ona diyorlar ki, “1870’de  Müslüman olan avukat William Henry Quilliam Sultan Abdülhamid  ile görüştü, o da ona İngiltere’nin Şeyhülislamlığı ünvanını verdi ve bir yer alıp câmi yapmasını sağladı ona maaş ve destek gönderdi. Sen de Padişah ile görüş” dediler. O da müracaat edince araştırmalar neticesinde onun samimiyetini anlayan Abdülhamid onu da New York Başkonsolosu vazifesiyle tayin edip maaşını ve gerekli destekleri gönderdi… Abdullah William Ouilliam’a Liverpol’da destek gönderdiği gibi Muhammed Alexander Russel Webb’de Abdülhamid Padişahlığı müddetince  yardımları gönderdi. Daha sonra bu destek ve yardımlar kesildi…

         *                *                *

         Batı’da İslâm alerjisi var. Onun için çareler düşünmeliyiz. İnsanımız iş, eş ve aş bulduğu bu ülkelerde kanunlara uyup herkesi kendi konumunda  kabul edip herkesle iyi geçinmelidir. Hocaefendi’nin ifadesi ile o ülkelerde, protez kol gibi değil, fıtrî uzuvlar gibi, gerçek bir vatandaş gibi davranmalıdır; güven vaad etmelidir. Bulundukları ülkelerin problemlerine çare olduklarını göstermeleri lâzımdır. Yeniden herkes kendisinin bir muhasebesini yapmak; herşeyi gözden geçirip yepyeni bir yol ve rota çizmek zorundadır.

         **               **               *

         “Acele edenler, tedbirsizlikleriyle işi öldürürler. Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabredip vakt-i merhunu bekleyenler, vakt-i merhuma saygılı olurlar. Böylece Allah’a saygılı olurlar ve bunun büyük mükafaatını görürler. Bu hususa saygılı olmayanların misali, belli yaştan sonra ancak çocuğu olmuş bir kadının, mürüvvetini belki göremem onu bir an önce büyüteyim düşüncesiyle ağzına yağ-bal ne bulsuysa dolduran sonra da farkına varmadan öldüren zavallının misaline benzer…”  (M. Fethullah  Gülen)

         **               *                *

         “Mescid-i Dırar da Ebrehe’nin kilisesi gibi idi. Aslında Ebrehe ikbâl hırsı ile gözü dönmüş birisiydi.

         **               *                *

         “Evulosyon meselesi illizyon gibi…. Montajlar yaparak insanları, inkâra sevk ederler…  O fırtına ve hortumla tsunami gibi, önüne gelen herşeyi süpürüp atarlar.

         **               *                *

         “Başa dönecek olursak, Mescid-i Dırarın gölgesi olma ölçüsünde sağda-solda rekabet hissiyle Mescid-i Dırarlar yapanlar, iftirak ve inşikaka sebebiyet verebilirler. Ulemâü’sû denilen hakkı, hakikatı bir tarafa bırakıp yakışıksız işler yaparlar, havuz medyasında su taşıyanlardan ulemâü’s-su olurlar…
13 Ağustos 2025 11:33
DİĞER HABERLER