Damardan mürekkep

Damardan mürekkep
Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, eğitim faaliyetleri yürütülürken yaşadığı bir olayı 'Damardan mürekkep' başlığı ile kaleme aldı.
Orta Asya’nın değişik ülkelerine Türkiye’den giden eğitim gönüllüsü genç öğretmen ve idarecilerin ilk gittikleri senelerin hemen arkasından, bir arkadaşımız ve üç misafirimizle birlikte bu ülkelerden birini ziyaret ettik.

Bu ülkede bir okul açılmıştı. Benimle gelen arkadaşım da, genç öğretmen arkadaşlarımızla ilk defa geldiklerinde ülkenin Cumhurbaşkanını  ziyaret etmişlerdi.

Daha önceden randevu alındığı için, sabah erken saatlerde misafirlerimizle birlikte Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmek üzere ofisine gittik. Bizi geniş bir salona aldılar ve  masanın etrafına oturduk. Biraz sonra, sarışın, yeşil gözlü ve uzun boylu Cumhurbaşkanı kapıdan girdi. Bize dönerek, “Buraya kökenlerinizi aramaya mı geldiniz?“ dedi. Daha önce gelen öğretmen arkadaşlarımızdan birisinin Rusçası gayet iyiydi ve tercümeyi o yapıyordu. Biz bir şey demedik. Cumhurbaşkanı masanın başına geçip oturdu.

Daha önce de bu ülkeye gelip bu Cumhurbaşkanını ziyaret eden arkadaşımız, görüşmeyi başlatmak için Cumhurbaşkanına dönerek, eğitimin önemini vurgulama amaçlı “Bu açılan okulumuzda ve bundan sonra açılacak okullarda, öğrencilerin damarlarında kan yerine mürekkep dolaşacak“ dedi. Cumhurbaşkanı, bu ifadeye karşı herhangi bir tepki göstermedi.

Bunun üzerine ben, konuşan arkadaşımıza dönerek, “Ben bir Tıp doktoruyum. Öğrencilerin damarlarına mürekkep vermek son derece tehlikeli, eğer verirseniz bu öğrenciler ölürler. Bunu yapmayın’’ dedim. Konuşmayı başlatan arkadaşımız bu sefer, “Ben cümleyi değiştiriyorum, bu ülkede yapılacak mükemmel eğitim sayesinde silahlar patlamayacak, barış, adalet gelecek“ dedi.

Cumhurbaşkanı hiçbir reaksiyon vermeyince ben  yine arkadaşımıza dönerek, “Silahlara susturucu mu takacaksınız?’’ dedim. Arkadaşımız biraz da sinirlenerek, “Ben bundan sonra konuşmuyorum’’ dedi. Bu konuşulanlar da aynen Cumhurbaşkanına tercüme ediliyordu.

Ardından ben,Cumhurbaşkanına dönerek, “Bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederiz. Artık köken arama durumu neredeyse sona erdi. Dünyanın her yerinde, çok değişik ülkelerden gelen insanlar birbirleriyle barış içinde yaşıyorlar. İçinde yaşadığımız çağ, köken arama çağı değil. Dilleri, dinleri, kökenleri farklı da olsa ülkelerin fertlerinin birbirleriyle barış içinde yaşamaları çok önemli. Bunun da en etkili ve kısa yolu eğitimden geçiyor.

Sizin izninizle, bu arkadaşlarımızın da gayretleri ile açılan bu okuldan mezun olan gençler, hem kendi ülkeleri, hem de bütün dünyada barışı tesis ve temin için çalışacaklar. Oluşacak bu güzel neticeleri, Allah hepimize ömür verirse açık ve net bir şekilde göreceğiz. Biz  18  bin km gibi çok uzak bir mesafeyi işte bu duygu ve düşüncelerle aşarak geldik. Sizleri de bizim ülkemize bekliyoruz. Bu makul ve isabetli düşünce ve planları hep birlikte hayata geçirelim. Önce ülkelerimiz, sonra da bütün dünya huzur içinde olsun” dedim.

Misafirlerimizi tek tek kendisine tanıştırdım.

Sonra da Cumhurbaşkanı konuşmaya başladı; “Ben, şimdiye kadar uluslararası ilişkilere tamamen kapalı ve karşı bir insandım. Sizin anlattıklarınızı dikkatle dinledim ve bana çok mantıklı geldi. Bugünden itibaren bu düşüncemi değiştiriyorum. Sizlerin bu yaklaşımınızı da her yönüyle takdir ediyorum“ dedi. Ve sonra orada bulunan Millî Eğitim Bakanı’na dönerek; “Bu arkadaşlarımıza ne kadar ihtiyaç olursa o kadar bina verin, bir okul daha yapsınlar“ talimatını verdi. Nihayetinde o okul da, Türkiye’de bu ülkeyle ilgilenen başta iş adamları olmak üzere, diğer gönüllüler sayesinde açıldı.

Dini, dili, rengi, milliyeti, düşüncesi farklı da olsa, insan her yerde insandır. Uygun usul ve usluplarla insanlarla tanışılıp irtibat kurulabilirse, herhalde görüşülüp konuşulamayacak insan kalmaz. Şimdiye kadar gerek bu konularda, gerekse başka sahalarda bu durumun binlerce örneği yaşanmış ve görülmüştür.. Görülmeye de devam ediyor.

Rahmetli Prof. Dr. Saffet Solak Hocam, “Samimi bir gülümsemeyle ulaşılamayacak insan yoktur” derdi.

Tabii ki böyle güzel, makul, uygun bir giriş ve tanışmadan sonra, iradi olarak yanlış yapılmazsa, başka bir art niyet de olmadığı takdirde dini, dili, ırkı, milliyeti, farklı da olsa, her türlü insanla dost olmak ve dost kalmak her zaman mümkün olur.

Dost kalmanın bir ileri aşaması da bu dostluğun, uygun, legal ve ahlaki yollar kullanılarak devam ettirilmesidir.

Bugün insanlığın her şeyden çok bu şekildeki samimi dostluklara ihtiyacı vardır. Bu kaide, insan olan herkes için geçerlidir. Özellikle başta ülkeleri idare edenler olmak üzere, ülkelerdeki toplumun çok önemli kesimlerinden (akademisyen, iş adamı, kanaat önderi, gazeteci, yazar, dini liderler gibi) insanlarla bu diyaloglar kurulup devam ettirilirse, işte o zaman gerçekten tüm dünyada daimi bir barış tesis edilmiş ve böylece gelecek nesillere de en güzel miras bırakılmış olur.

Böyle bir ortam ve dünyaya da özellikle içinde yaşadığımız çağda, hava kadar, su kadar, ekmek kadar ihtiyacımız vardır.

O halde, Mehmet Akif’in;

Ey dipdiri meyyit, 'İki el bir baş içindir.'

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!...

dediği  gibi, o zaman  buyurun insanlık için, insanlık adına Allah’ın rızasını kazanma endeksli, bu güzel hedefleri yakalama adına elbirliğiyle gayret ve çalışmaya…
18 Ağustos 2025 13:17
DİĞER HABERLER